Gerek



Otobüsten indiğim gibi parka doğru yürümeye başladım. Hızlı adımlarla kalabalığın arasından sıyrılıp yeni rekorlara koşuyordum. Sigaramın dumanı ağzımdan çıktığı anda diğer insanlar gibi arkamda kalıyordu. Kırmızı bankın önüne geldiğimde kırklı yaşlarının sonunda olduğunu düşündüğüm birinin benim yerimde oturuyor olması gerçeğiyle karşı karşıya kaldım. Bir anlık duraksamadan sonra sigaramı bankın yanındaki çöpe söndürdüm (şu üst tarafı küllüklü olanlardan), oturdum adamın yanına. Neden bilmiyorum ama banka oturmamla beraber psikolojik bir savaşın ortasında buldum kendimi. Adam pek umursamamış olacak ki gömlek cebinden çıkardığı Maltepe’sini ikinci seferde de olsa yaktı. Derin bir nefes aldı sigaradan ki o an anladım maksadını. Bu derin nefes ‘’Oğlum birazdan seninle sıkı bir muhabbete gireceğiz, neler neler anlatacağım sana.’’ Nefesiydi. Oturuşunu bozmadan bana çevirdi başını. Göz göze geldik. ‘’Dur yakayım öyle başlayalım.’’ Dedim. O an anlamayacak gibi olsa da başını ‘’tamam, hadi yak sigaranı başlayalım.’’ Diyecekmiş gibi salladı.

Adam konuşmaya başladığı an sanki sözleri birer ok gibi kulağıma saplandı. Söylediklerini duyamıyordum. Fakat o da bunu söylememe bile izin vermeden hararetli bir şekilde devam ediyordu anlatmaya. Ara sıra başımı sallayıp ‘’tabi tabi.’’ Demekten başka bir şey yapamıyordum. İlk anda farkına varmamıştım ama sonradan anladım ki duyamadığım tek şey adamın sesiydi. Etraftaki sesleri duyabiliyordum. Parkın dışındaki duraktan kalkan otobüsler, yan taraftaki parktan gelen çocuk sesleri, martılar, serçeler… Hepsini duyuyordum. Bu adam bana ne anlatıyor, bir insan tanımadığı birine bir anda nasıl bu kadar çok şeyi duraksamadan anlatır, ben niye söylediklerini duymuyorum ? Gibi sorular kafamda dolanırken bir ara durdu adam. Hemen girdim araya ‘’Yahu dayı, sen konuşuyorsun da ben seni duymuyorum.’’ Dedim. Başını hafifçe öne doğru sallarken sanki anlıyorum, biliyorum gibisinden bir şey dedi. Bir fırt daha aldı sigarasından ve devam etti yine aynı şekilde anlatmaya. Olanlara bir anlam bulamamış, şaşkınlıkla aptallık arası bir yerde anlıyormuş gibi yapıyordum. Bir süre daha devam ettikten sonra bir anda ayağa kalktı adam. Elimi kavradığı gibi sertçe sıktı ve arkasını dönüp uzaklaştı.

Olayı anlamlandırmaya çalışırken bir sigara daha yaktım. İkinci nefesimi aldığım anda biri geldi, oturdu yanıma. Bir sigara da o yaktı. Beraber karşıya bakıp sigaralarımızı dumanlarken omzuma dokundu birden. Aynısı oldu. Duyamadım dediklerini. Bir anda korku kapladı içim kalktım ve koşarak uzaklaştım.

Eve geldiğimde olayın şokunu atabilmiş değildim. Her şeyi duyuyor fakat insan sesini duyamıyordum. Bilgisayarımı açtım ve internetten araştırdım böyle bir şeyin olup olamayacağını. Bir şey bulamadım. İçten içe bütün bunların bir anlamı olması gerek diye düşünüyordum. Evet bir anlam gerek, gerek ama ne ?

Saat gece yarısını çoktan geçmiş sokaklar havlamalı çetelerin istilasına çoktan uğramıştı. Sigaram bittiği için evden çıkmam gerekiyordu fakat sokağın durumundan dolayı hafif çekiniyordum. Neyse. Kendi içimde büyük, insanlık için küçük bir atılım yaparak attım kendimi dışarı. Durum halen devam ediyor mu, insanları duyabilecek miyim ? Merak ediyordum. Bana doğru yürüyen ikişerliden dört kişiyi karşımda görmemle küçü,k tatlı bir heyecan kapladı içimi. Fakat sonuç beklediğim gibi olmadı yanımdan geçerlerken konuşmadılar. Ya da konuştular ama karanlıktan dudak hareketlerini fark edemedim. Çok önemli değildi bu hayal kırıklığı. Benzin istasyonuna girecek, kasadaki kişiye ‘’Bi’ 216 soft.’’ Diyecek ve meseleyi çözüme kavuşturacaktım. Yine beklediğim gibi olmadı. İçeri girdim. ‘’Bi’ 216 soft alabilir miyim ?'' dedim. Karşılık olarak kasada duran yirmili yaşlarına yeni girmiş genç arkadaş bir şeyler söyledi fakat duyamadım. Sigara paketini aldım, parasını ödedim çıktım benzin istasyonundan.


İş artık ciddiye binmişti. Ciddi ciddi insanları duyamayan insan olmuştum. Aklımdan ünlü psikiyatri uzmanlarının isimlerini geçirmeye başladım. Zaten bir tane ünlü psikiyatri uzmanı ismi biliyormuşum hemen bitti. Sabaha daha saatle, hafta içine daha da saatler vardı. Eve girdim tekrar. Yolda aklıma gelen fikri hemen uygulamaya koyuldum. Telefonumdan ses kaydediciyi açtım ve lüzumlu, lüzumsuz bir sürü kelime tükettim. Kaydı dinlerken anladım ki kendi sesimle ilgili sıkıntı yok. Sıkıntı benim haricimdekilerde. Ya bütün insanlık bir araya gelip bana bir güzel planlanmış bir şaka yapıyor, ya aklımı kaçırıyor ya da üstün ırkın ilk temsilcisi oluyordum.

Pazartesi sabahı şu aklıma ilk gelen ünlü psikiyatri uzmanının kapısındaydım. Selamlaştık. İçeri girdim, oturdum ve konuşmaya başladık. Durum geçerliliğini koruyor fakat ünlü uzmanımız sanki durumu anlamış bozuntuya vermiyor gibi bir hal içerisindeydi. Susmadım ama bütün başımdan geçenleri anlattım uzun uzadıya. Anlatmayı bitirdiğimde ünlü uzmanımız ben anlatırken yazdıklarını verdi bana. Okumaya başladım, ‘’İlk geldiğiniz andan itibaren rahatsızlığınızı fark ettim. Siz anlatmaya devam ettikçe yaptığım tespit daha da kuvvetlendi. Rahatsızlığınız kendinden başka birini duyamamaktır. Latince ismini yazarak kafanızı karıştırmak istemedim. Rahatsızlığınıza gelecek olursak, bu durum pek sık görülmese de bilinen bir durumdur. Yoğun stres altında kendi içine kapanma olarak da adlandırabiliriz. Tedavisine gelecek olursak, size klasik yatıştırıcılar dışında pek bir şey yazamam. Bunu kendi içinizde zamana yayarak çözmeniz gerekmekte.’’

Vay be ! Kendi içime kapanmışım haberim bile olmamış.  Uzmana bak şak diye anlamış rahatsızlığı. Ünlülüğünün hakkını veren ünlüymüş.

Uzmandan yazmasını istediğim yatıştırıcıların reçetesini aldıktan sonra eczaneye uğradım. Sekiz kutu aldım sonra da eve geldim. Yaklaşık üç haftadır evden çıkmıyorum. Yatıştırıcılarım çok güzel yatıştırıyorlar. Yatışık bir hayatım oldu. Ev de güzel.  Karayolu tabelası gibi adam oldum. Kendi kendime yetiyorum. Hep söylüyorum, hiç dinlemiyorum. Kayıtlara da devam ediyorum. Her güne 5 kayıt yapıyorum üç dakikalık. Sonunda bu kayıtlar ne olacak, duyabilecek miyim insanları bilmiyorum. Ama olsun kayıt önemli, kayıt gerek…