Bazen Sorunsalı




Hayatım en çok buzdolabının yumurtalığında kalan yarım bir limona benziyor. Unutulmuş. Terk edilmişliklerim çoktu. Önce kulaklarımda duyduğum piyano sesleri terk etti beni ve ardından mutluluğum. Gittikçe gidiyorlardı bense onlar gittikçe yitiyordum.

Dayanamayacak oldum, pes edişimi hissettim.
Bir sabah kalktım acizliğimi hissettim.
Ayakkabılarımın su aldığını hissettim.

Ben bunları hissediyordum ama dünya kendinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Ben onun için bir kum tanesi kadar bile mühim değildim.

Üzüldüğümü hissettim.

Kitap okudum. Bir süre geçti yazmaya başladım, içimi dökebilecek birkaç sayfa kağıt buldum. Sonra susmayı öğrendim ve ardından tepkisizliği. Birini sevdim. Kaybedişlerin en güzelini yaşadım, kendimi kaybettim. Bulamadım. Her köşe başına baktım, saklambaç oynayan mahallenin çocuklarına sordum, göç eden kuşlara, içi aynasız çerçevelere. Ne beni, ne de onu bir daha kimse görmedi. Uzunca saklandım ve kaçtım. Kalabalıktan, kargaşa ve karmaşadan. Müphem duygularla hareket ettiğimi fark ettim ama devam da ettim. Kendi çizdiğim yoldan gidiyordum en azından ve yaklaşıyordum tünelin çıkışına. Bir rüzgârla tüm yaşanmışlıklarımı içimde duydum yeniden. Mağrur ve biraz endişeli yürüyorum halen, bazen düşsem de kalkacağımı biliyordum.

Hafta sonları yağışlı, trafiğin şiddetli olduğu günlerse hava açık ve sakin olur buralarda. Şemsiyem her pazar günü kırgın bulutlardan inecek bir damla suyla kutsanmayı bekler. Bazen çok bekler, her zamankinden çok.  Ben masama oturur kitaplığımın üstüme düşmesini beklerim. Kibritçi Kız’ın sayfalarında kaybolabilmeyi, o her kibriti çaktığında içimin ısınmasını severim.

Ama en çok…

En çok neyi severim?