Bütün hayalperestlerin, aklını kaçırmak üzere olanların,
uzun sakallıların hep bir arada olduğu kafeteryada bekliyordum. Kapının
aralanması ile ılık esen rüzgar içeri alıverdi onu. Gözlerindeki parıltı
yakalamıştı hemen beni kendine çekmiş ve hapsetmişti. Ayakkabılarının sesi
yürüyüşüne ritim oluştururken bana doğru yaklaşıyordu. Kalp ritmim bozulmuş, o
diye atıyordu. Kalbim sanki benden ayrılmak ister gibiydi. İçerideki insan
uğultusu, çevrilen gazete kağıtlarının sesi, yudumlanıp masaya bırakılan filtre
kahvelerin tıngırtısı, kola dolabının gürül gürül sesi… Hepsi susmuştu sanki.
Kafamın içinde dolaşan bu anın biteceği, yalnızlığın tekrar ebediyete kavuşacağı,
bu tatlı terlemelerin anında son bulacağı… Adımları bitmiş, mesafe tükenmişti.
Gözleri üzerimdeyken dudakları sanki kelimeleri ezercesine duruyordu.
Oyuncağını dördüncü kattan atmış üç yaşında bir çocuğun çaresizliği ile baş
başa kalmıştım. Dışarıdaki yağmur sesi içimdeki ağlamalara eşlik ediyordu.
Beklemedi bir anda çıkardı o kelimeyi ağzından, tereddüt
etmedi, geri durmadı sadece söyledi.
-Gidiyorum.