Toprakları bilirsin nem oranları yüksek olur genelde. Asıl mesele nemin yüksek olması mı, muhakkak değil. Aslında mesele o küçücük küçücük kil mineralleri.
Karate yapan bir kurbağanın siyah kuşak alması gibi bir olay
aslında toprakta tutunan su damlaları. Zaten tutunan bütün su damlaları başka
yerden beklenirler. Fakat toprak hep tutar, su damlaları hep geç kalır.
Halbuki zemin kayma dalgası hızı bu kadar yüksek olmasa,
leoparlar bu kadar etobur olmasa, insanlar silah üretmese belki daha güzel olur
dünya.
Haydi manyetik sinyallerin kökenini tartışalım. Bir kilo
saat mi daha manyetik yoksa bir kilo plastik patlayıcı mı ? Kaldı ki dişi
manyetik sinyal yollamasa erkek manyetik peşine düşmez.
Altı kırmızı kalemle çizilen önemli insanlar vardır hayatta.
Ve bu insanlar öyle direnç gösterirler ki hayata karşı, Musa peygamber görse
intihar ederdi belki. Halk bu insanlar için gömülü yapıları örten toprak
gibidir.
Toprağın altına gönderilen elektrik akımları var birde. Sahi
solucanlar, karıncalar çarpılmıyor mu ? İnsan olarak öyle vahşiyiz ki aslında
dünya sanki bizimmiş gibi burnumuzu sokmadığımız kunduz yuvası kalmadı. Peki
neden ? Diye sorulduğunda gelen cevap genelde aynı; ‘’Geçmişe bakıp
geleceğimize yön veriyoruz.’’ Peki bu kadar önemli mi gelecek ? Çok mu lazım
gelecek kaygısı sayın okur ? Herkesten daha mı kaygılı arkeologlar ?
Aslında herkesin derdi aynı, akan zaman içerisinde bunu ben yaptım
diyebilmek. Örneğin bir insan neden profesör olur ? Gene bunu ben yaptım
diyebilmek için. Bakıldığı zaman egosu uğruna her şeyi yapmaktan geri durmayan
bayağı varlıklarız.