Nejat Uygur Ölmemeliydi




 Nevzat bey az uyur, çok kalkar. Sabahın ilk ışıklarıydı. Dünden kalma uykusunu üzerinden bir çırpıda atıp kalktı koltuğundan. Her sabah olduğu gibi yüzünü bile yıkamadan su ısıtıcının düğmesine bastı.

  Dün gece üzüntüyü biraz fazla kaçırmış olmalı ki etkisi bugün de devam ediyordu. Bugüne dair bir planı yoktu. Plansız her günü gibi, bu günü de okumaya ayırmıştı. Hızlıca bir duş aldı ve kahvesini yudumlamaya başladı. Camının önünde dışarıya bakarken arkada çalışan televizyonun seni bir anda dikkatini çekti, sabah haberleriydi ve spiker ‘’Usta oyuncu Nejat Uygur’u kaybettik. Dost  ve yakınlarına baş sağlığı ve sabır dileriz.’’ Duyduğu cümleyi önce anlamaya çalıştı, daha doğrusu Nejat Uygur’un ölmüş olma olasılığına hiç hazır olmadığı için afalladı. Odanın içerisinde derin nefesler alarak adımlar atmaya başladı. Aklı almıyordu, inanmak istemiyordu, inanamıyordu. 
 Bilgisayarını açtı klasör ve dosyalardan bitap düşmüş masaüstündeki ‘’Lessing’’ isimli yeni metin belgesine girdi. Dün gece oluşturmuş fakat bir kelime dahi koyamamıştı.  Başladı yazmaya;
 
 ‘’ Merhaba sayın okur, nasılsınız ? Ben sanırım bok gibiyim. Tonton ninem gibi sevdiğim Zimbabve’li roman yazarı Doris Lessing’i dün uğurladık. Bu sabah ise bayram akşamlarında hep bize misafir gelen attırdığı kahkahalarla hepimizin gönlünü fetheden Nejat Uygur’un vefat ettiğini öğrendim. Bir anda bütün dünyam yıkıldı sanki. ‘’-Kır belini Ali dayı, -Halıya basma lan!’’ Erol Günaydın, Gazanfer Özcan derken şimdi de Nejat Uygur. Dedeniz gibi sevdiğiniz bir insanın hayatınızdan çıktığını öğrendiğinizde, pek kolay olmuyor sayın okur.’’

 Nevzat Bey haklıydı, Nejat Uygur hep bizimleydi, sanki ölmemeliydi.