Altı yaşına yeni girmiştim. Günlerim sabahın körü saatte
sokağa çıkıp akşam ezanına kadar bin türlü muziplik yapmak ile geçiyordu. Çekirge
toplardık pet şişelere. Çekirgeler bizim için eğitilebilecek küçük tatlı
varlıklardı. Sonra onlara öğreteceklerimiz biter ve doğal yaşamlarına birer
eğitimli çekirge olarak devam etmeleri için salardık. Parke taşı sayma oyunu
oynardık. Ama bu işi bir sayım memuru ciddiyetiyle yapardık. Çünkü bir
sokaktaki parke taşları ne kadar çoksa o sokak o kadar güçlüdür. Parke taşları
mahallelerin gizli ama en önemli güçleriydi. Yani en azından biz Fehmi ile
böyle düşünürdük.
Yaşıtlarım bir bir bisiklet sahibi oluyor, gözümüzün önünde
mahallenin başından sonuna turluyordu. Artık günlerim bir bisikletimin olacağı günü
beklemek ile geçiyor, içimdeki bisiklet aşkı bitmek, tükenmek bilmiyordu. O
sıralar babam her şeyi sattığı dükkanının ürün yelpazesine bisikleti eklemişti.
Her akşam ben bir bisiklet ister, babam ise ‘’Tamam, bakarız.’’ Diye geçiştirirdi.
Bu durum canımı ne kadar sıksa da pek ses etmezdim. Çünkü o babaydı, çünkü o ne
derse oydu.
Karşı bahçenin ve ortasındaki üç katlı evin sahibi Ahmet
amcanın meyve ağaçları vardı. Mahallenin en iyi meyveleri o bahçede, o
ağaçlarda olurdu. Geçenlerde Ahmet amcanın öldüğünü öğrendim, çocukluk
anılarımın başkahramanlarından biri daha gitti, iç çektim biraz gözyaşı döktüm.
Neyse bir gün yine ben Ahmet amcaya
çaktırmamaya çalışarak ağaçtan hurma aşırıyordum. Fehmi etrafı kolaçan ediyor,
gelen giden olursa haber vermek için pür dikkat bakınıyordu. Hurma operasyonunu
tamamladık ve bizim apartmanın önündeki boş arsanın en ücra köşesinde
aşırdığımız hurmaları midelere indirdik. Bu arsa mahallenin tek boş arazisi
olma unvanını her sene yapılan sondaj çalışmaları sonunda iki metreden su
çıkmasına borçluydu.
‘’Buldum.’’ Dedi Fehmi. ‘’Neyi buldun, o geçen elimizden
kurtulan çekirgeyi nasıl yakalayacağımızı mı ?’’ Dedim. ‘’Hayır, bak şimdi
bizim bisikletimiz yok değil mi ?’’ ‘’Evet yok. Çünkü babamın daha ona bakma
sırası gelmedi.’’ ‘’Tamam, işte ben o sıranın nasıl geleceğini buldum.’’ Bu
konu beni bayağı heyecanlandırmıştı. Bir
bisiklete sahip olmak bütün dertlerimi çözecek, beni mahallenin en mutlu çocuğu
yapacaktı. Hatta ne mahallesi bütün dünyanın en mutlu çocuğu olurdum. Fehmi
zaten planı çoktan yapmış, bütün detayları düşünmüştü. Zaten altı yaşında bir
çocuksanız bütün planlar size mükemmel gelir, hele ki bu planı en yakın
arkadaşınız yapmışsa. Dikkatle bütün planı dinledim. Fehmi'nin anlatması bitti.
Babamın her şeyi sattığı dükkanına doğru yola koyulduk. Yolda tekrar tekrar
bütün detayların üzerinden geçtik. Dükkanın önüne geldiğimizde plan işlemeye
başladı. Kapı girişinin sağ tarafında bulunan sıralı bisikletlerin en başta
olanını gözüme kestirmiştim. Bu bisikletin pembe olması zerre umurumda değildi.
İstediğim şey bisikletti ve ne renk olduğu önemsizdi. Hızlıca yerden gözüme
kestirdiğim ilk taşı aldım ve bisiklete yöneldim. Babam kapının önünde olduğumu
fark etmemişti. O pembe bisikletin gövde kısmını olduğu gibi yerden aldığım
taşla çizmeye başladım. Boyanın altındaki gri astar çıkana hatta metal boyasız
kalana kadar çizdim. Sonra taşı hızlıca fırlatıp Fehmi ile beraber koşmaya
başladık. Mahalleye geldiğimizde ikimizde nefes nefese kalmıştık. Apartmanın
önünde anneme bağırmaya başladım. ‘’Anneeeeee, anneeeeee!’’ Annem cama çıktı. ‘’Ne
oldu oğlum, niye bağırıyorsun?’’ Dedi. ‘’On
bin lira atsana bize iki tane, bakkaldan meybuz alacağız.’’ Dedim. Annem on bin
liraları attı bizde Fehmi ile bakkala gidip meybuzlarımızı aldık. Meybuzlar
bittikten sonra yakalama oyununa başladık. Saatlerce koştum peşinden ama yine
Fehmi’yi yakalayamadım. Zaten Fehmi hep kaçar, ben hiç yakalayamazdım. Tekrar
mahalleye döndüğümüzde hava kararmak üzereydi. Akşam ezanının başlaması ile
annem cama çıktı, bağırdı ve eve çağırdı. Eve girdiğimizde ikimizde çok
heyecanlıydık. Acaba plan tutmuş muydu? Babam eve geldiğinde bisikleti
getirecek miydi? Yemeğe kadar Fehmi ile
atari oynadık biraz. Duck Hunt’ta hep yendim Fehmi’yi, köpek hep ona güldü.
Kapı çaldı. Gelen kesinlikle babamdı. Ama ikimizin de
kafasındaki soru; ‘’Acaba bisikleti getirmiş miydi?’’ Hemen koştum kapıyı açmak
için. Bizim kapı çok zor açılırdı, kapıda düşüklük mü varmış kasasına bir şey
mi olmuştu ya da ne bileyim öyle bir şey. Kapıyı açtığım anda babamı ve
elindeki pembe bisikleti buldum. Evet, o an dünya üzerinde yaşamış veya
yaşamakta olan daha mutlu bir çocuk yoktu. Gözlerimdeki parıltı babamın kalbine
kadar gitmiş olacak ki ‘’Bisiklet bisiklet diye tutturmuştun, al sana bisiklet.’’
Demesi gecikmedi. Büyük bir coşku ile bisikleti kapmam ve odaya Fehmi’nin
yanına dönmem bir oldu. Allah’ım çok mutluydum.
Yemeğe oturduk, annem bisikletin üzerindeki çizikleri fark
etmiş olacak ki babama sordu. Babamda ‘’Nasıl olmuş anlamadım, sabah kapının
önüne çıkarırken yoktu o çizikler ama akşam bisikletleri içeri alırken fark
ettim. O bisikleti öyle satmak olmazdı ben de tuttum eve getirdim.’’ Dedi.
Babam bizim planı hiç çakmamıştı. Fehmi ile göz göze geldik birbirimize bakıp
muzipçe gülümsedik.
Sabah erkenden uyandım. Bisikleti kaptığım gibi sokağa
çıkacaktım ki ablam ‘’Tamam, artık bir bisikletin var ama bisiklete binmeyi
bilmiyorsun, o yüzden birinin sana öğretmesi lazım.’’ Dedi. Haklıydı, hep
istediğim şey bisikletti ama nasıl bineceğimi bilmiyordum. Fehmi ‘’Ben
biliyorum bisiklete binmeyi, hem de uf süper binerim. Ben öğretirim sana.’’ Dedi.
Bende ablama ‘’Fehmi öğretecek bana, o zaten çok süper biner bisiklete.’’ Dedim.
Ablam bir bana baktı bir bisiklete baktı biraz durdu ve hayatım boyunca
unutamayacağım o konuşmayı yaptı. ‘’Fehmi diye biri yok. Hem olsa bile hayali
arkadaşlar bisiklete binmeyi öğretemez. Çok abarttın bu Fehmi muhabbetini haydi
gel öğreteyim sana nasıl binileceğini.’’ Dedi. Altı yaşındaydım ve ailem tarafından
kabul edilmeyen bir arkadaşım vardı. Hayat gerçekten zordu, çok zordu.