Kırmızı Mantolu Kız



Saatlerin içindeki kuşlar gibi kendini kaybetmiş, sandalye ayağının altına koyulan keçe parçası kadar eziktim. Zamanın neresinde olduğunu kestirebilmek için kolumdan ayırmadığım emektarın sesi dışarıdan gelen baykuşunkine eşlik ediyordu. İçtiğim kahveden kalanlar bardağın dibinde kendine karanlık bir dünya oluşturmuş, sigaradan çıkan duman odada yeni bir atmosferin ilk katmanlarına selam veriyordu. Boş meyve tabakları, ağzına kadar dolu küllük, üşengeç tavırlar içinde uçan iri gözlü sinek…

Zehirli zambaklar büyüttüğüm saksılardan pek az gözüken pencerenin ardından el sallıyordu küçük insanlık. Yıllardır bıkmış usanmış masa lambası, ‘’bu gece de benden olsun.’’ Dercesine aydınlatıyordu küçük dünyamı. Yapılması gereken işler listesi baskıya göndersem dört ciltlik kitap olacak duruma gelmişti. Kendimi hapsettiğim kavanoz günden güne daralmakta ve beni boğmaktaydı. Bir hareket lazımdı. Tuvalete, mutfağa veya diğer odaya gitmelerden farklı, kapıların ardında bir hareket lazımdı.
Bulunduğum gün, ay hatta yıl pek anlam içermiyordu yalnızlığımda. Arada bir gelen merdiven silen abla dışında görüştüğüm pek kimse de yoktu, camın önüne gelen güvercinleri saymazsak. Kocaman dünyamın içinde kendime oluşturduğum küçük kavanozumda takatim günden güne bitiyordu.

Hafif güneşli bol bulutlu bir günde başlamıştı bu durum. Her zamanki gibi mesaiden sonra servise binmiş evin yolunu tutmuştum. Kulağımda kulaklıklar aklımda bıkmadığım şarkılarla tüketiyordum kilometreleri. Ön taraftaki dikiz aynasında buluyordum yalnızlığımı bana gülümserken. Mutluyduk çoğu zaman. Ellerim terlerdi biraz, buhar olurdu servisin camı. Evimden üç durak önce iner mahalle esnafının samimiyetini kucaklayarak devam ederdim eve giden yoluma. Bastığım kaldırım taşlarını sayar, dükkan camlarındaki yazıları okurdum.

Bizim fakirhanenin altında bir terzi vardı. Sahibesi Duru hanım annesinden devralmıştı tıngır mıngır işleyen dikiş makinelerini. Sabahları genelde alarmdan önce makinelerin sesine uyanırdım. Biçecek çok kumaş, dikecek çok elbise vardı. O gün eve girerken daha önce görmediğim bir güzellik vardı dükkanın önünde.  Elinde çantası Duru hanımın kepenkleri indirmesini bekliyordu. Ben yanından geçip giderken hiç aldırış etmemiş, baktığı yönü bile değiştirmemişti. Yıldırım edasıyla çıktım merdivenleri. Sol tarafımda bir cümbüş vardı adeta. Kalbim dünyanın dönüşüne yetişmeye çalışır gibiydi. Bu güzellik, beni ne hale sokmuştu. İçinde bulunduğum durumu anlamak çok güç, kabullenmek imkansız gibiydi. Kırmızı mantolu kızın yüzü gözümün önünden bir an olsun gitmiyordu. Uyuyamadım o gece. Sabah makinelerin sesinden önce indim apartmanın önüne. Bir sigara yaktım, aceleci adımlarıma yoldaş olsun diye. Dükkanın önünde bir sağa bir sola yürüyordum. Yerimde duramıyor, kendimi alamıyordum. Sokağın başından tüm mahalleyi aydınlatan bir güneş doğdu. Duru hanımın yanındaki kırmızı mantolu kızın saçtığı ışık tüm benliğimi kör ediyordu sanki. Adımları karıncanınkine eş bir hızla bana doğru yaklaştırıyordu onu. Zaman durmuş ve biz zamanın dışına çıkmıştık. Dünya üzerinde o an sadece ben ve o vardık. Sonunda yanımdaydı, kollarımı uzatsam bir çırpıda boynuna sarılacağım mesafedeydi. Duru hanım kepenkleri kaldırırken ben öylece kalakalmış ona bakıyordum. Tatlı bir tebessüm fırlattı kalbimin üzerine ve içeri girdi dükkandan. Mutluluk denilen şeyin bu denli acı verdiğini o anda fark ettim. Olanca gücümle koşmaya başladım servise bineceğim durağa doğru. Coşkum dinmiyor içimdeki fırtına durmak bilmiyordu. İş yerinde herkese mutluluk saçıyordum adeta. Mesaiyi bitirmek için yapabileceğim her şeyi deniyordum fakat saniyeler geçmek bilmiyordu. Akşam olmasını beklemek sanki dünyanın sonunun gelmesini beklemek gibiydi. Mesai bitiminde servise binmeyip eve koşmayı bile istedim. Ona yakın olmak, tatlı tebessümünden bir parça daha alabilmek için dünyanın öbür ucuna dahi koşardım. Yol bitmiyor, sanki tüm insanlık ona kavuşmamı engellemek için benimle savaşıyordu. Olanca gücümle aştım mesafeleri, bir çırpıda geldim dükkanın önüne. Duru hanım kepenkleri indirirken benim dünyalar güzelim bütün endamı ile dükkanın kapısındaydı. Başını bana doğru çevirecek oldu ki dünyayı bahşetti bana. Dilim tutulmuş, tüm vücudum uyuşmuştu. Hareketsiz kalmak halinin yegane temsilcisi durumuna gelmiştim. Gidişini izlerken her adımında içimden sanki bir parça kopuyordu. Kaybolurken gözlerden sanki gözlerimi de götürüyordu.

Ertesi sabah yine aynı saatte inmiştim apartmanın önüne. Saniyeler, dakikalar, saatler geçmişti ne gelen vardı, ne giden. İçimdeki umut sigaramın dumanıyla beraber uzaklara gidiyordu. Akşama kadar bekledim gelmesini fakat gelmedi. Bekleyişim sürdü yeni güne başladık yine gelen olmadı. Sadece üç kere görebildiğim dünyalar güzeli sevdiğim bir daha hiç gelmemiş beni küçücük bir kavanozun içine hapsedip gitmişti. Çıkamamıştım o günden sonra evimden dışarı, pencerenin ardından yollarını gözlemekle geçti ömrüm. Bugün bu olayın üzerinden tam on sene geçti. Duru hanım o gece dükkanını son kez kapatmıştı ve benim haberim olmamıştı. Kırmızı mantolu kız rüyalarımdan bile gitmişti. 
Ve artık bir hareket lazımdı, kapılar ardında bir hareket…