Abiler



Yahu, diye başlayıp ağır ağır konuşasım geliyor cümlelere sonra duruyorum. Diyorum ki; ‘’yapma oğlum abiler falan var ne derler.’’ Ne derlerse desinler kardeşim. Ben böyle düşünüyorum, böyle söylüyorum diyesim geliyor. Sonra yine duruyorum. Abiler var. Şunu gördüm ki abiler hep var. Biz de hep varız. Sanki abiler daha bi var. Ya da ne bileyim biz daha mı varız ? Velhasıl diyeceğim şudur ki sayın okur; yılmayın. Yılan adam profili çizmeyin. Kaybetmeyi kabullenmeyin. Hayat bir damla su kadar az. Bir okyanus kadar derin. İyisi mi siz çoğaltmaya, aşmaya çalışın.

Gecen gece rüyamda nasıl oluyorsa iki arabam vardı. O kadar kabullenemedim ki varlıklarını, ruhsattaki isimleri kontrol ettim. Fakat yine de benimmişler. Hayat işte ne zaman ne çıkacağı belli olmuyor. Rüya da olsa hayattan sayıyoruz. En mutlu insanlar, en mutlu rüyalar…

Yalnızlık üzerine yapılan bir araştırmada yalnızlığın insanın en doğal hali olduğunu savunan bir tezle karşılaştım geçenlerde. Garipsedim ilk başta, olayı bilimsel bilimsel öyle güzel anlatmışlar ki ‘’ulan harbiden de böyle.’’ Dedim kendi içimden. Evet, harbiden de öyle. Bazen etrafıma bakıp sorguluyorum insanları. Neden varlar, neden yanımdalar ? Hemen bitiyor gerçi çok insan olmadığından dolayı. İşin içinden pek çıkamıyorum. İnsan insanla neden vakit geçirme isteği duyar, pek anlamlandıramıyorum. Öyle veya böyle yıllardır, asırlardır bize anlatılan insan sosyal varlıktır fikrini öyle benimsemişiz ki aksi abesle iştigal olmuş.

Azami iktisat, asgari harcama dönemlerimden birindeyim. Çoğu üniversite öğrencisi gibi. Pencereden kızıl gökyüzünü izliyordum. Asfalt damla damla ıslanmaya başlamıştı ki, muazzam bir şimşek ışığıyla aydınlandı ortalık ve ben sigaramdan bir nefes aldım. ‘’Ulan halen sesi gelmedi ne şimşekmiş.’’ Diye içimden geçiriyordum ki pek gecikmeden duyuldu şimşeğin sesi. Kim bilir hangi zavallı bulutlar çarpışmıştı diye düşündüm ilkokul bilgilerimle. Sonra fark ettim ki hoşuma giden şimşekten çıkan ışık değil, ses hiç değil. Ben o aradaki acaba ne zaman duyacağım anını seviyormuşum.

Şıp şıp şıp damlalar asfaltı ıslak ıslak boyamaya devam ediyordu. Hızlıca evlerine yürüyen insanları izliyordum. Hızlı gitmelerinin sebebi ıslanmamak mı yoksa şimşek korkusu mu bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa sayın okur yağmurda yavaş yürüyorsanız ya aşıksınızdır ya da dertli. Biri takıldı gözüme koşmak ile hızlı yürümek arasındaki seçimi henüz yapamamış, adımlarını yağmurun damlalarıyla yarıştıran biri. Sigarası çekti dikkatimi. Yağmurlu havada dışarıda sigara içmeyi pek sevmem. Hem kokusu daha çok siner üstünüze hem de yağmur sigarayı ıslatır. Ama o biri bunları pek umursamadan kömürlü lokomotif edasıyla ilerliyordu. ‘’Ne garip adam.’’ Dedim kendi içimden. Sonra adam görüş mesafemden çıktı peşine başkaları geçti ama onlar sigara içmedi. Onun kadar önemli olmadı benim için.

Ağzına kadar dolmuş, neyse bir sonraki sigarada boşaltırım şimdi çöp kokmasın diye bir türlü dökemediğim küllüğüme sigaramı bastım, penceremi kapattım ve içerideki dünyama döndüm.

Ve evet en önemlisini söylemeyi unutuyordum, hayat uykusuzluk, yatıştırıcı ve ağrı kesiciler ile beraberken sanırım daha yavaş, daha anlaşılır oluyor…