Çözünme


Ayın tek günleri nescafe çift günleri jacobs içiyorum. Böylelikle her iki keyfi de yaşamış oluyor, aynı zamanda günleri unutmuyorum. En azından 1895 yılından beri benim için durum böyle ya da öyle umuyorum.

Polarımı henüz kışlıkların arasından çıkarmıştım. Bahar yeni bitmiş, kışa henüz girmiştik. Camın önündeki tekli ama zorlasan iki kişi oturulabilen koltuğumda, elimde az evvel yaptığım çözünebilen kahve, elim yerde. Çözünebilen şeyler çok hoşuma gidiyor, çözünme çok hoşuma gidiyor. Çözünmek ne güzel şeydir. Bir olmak, bütünü oluşturmak. Neyse, kahve jacobs olduğu için sanırım ayın on altısı. Yani altı yüz elli üç günü düzenli olarak akşamları aynı saatte, aynı yerden, aynı şeyleri izleyerek geçirmişim.  Fakat bugünün bir fakı var, çocuk artık geçmiyor camın önünden.

Altı yüz elli üç gün önce yine bu camın önünden dışarıya bakarken sokaktan geçen bir çocuğa takılmıştı gözüm. On bir on iki yaşlarında kıvırcık saçlarından önünü göremeyen fakat saçlarının arasından yemyeşil gözlerinin ışıldamasını da engelleyemeyen bir kız çocuğu geçti. Elinde büyükçe, dışı kırmızı bir kavanoz ile. Bir yandan kavanozun içine bakıp gülümsüyor, bir yandan geçip gidiyordu. Ertesi gün yine aynı saatte aynı olayı yaşadım. Bir sonraki gün yine aynı, yine aynı… Ve altı yüz elli üç gün boyunca bu olay böyle devam etti. Her gün yaşadığım yaklaşık bir dakikalık bir zaman her şeyim oldu. Amacım, emelim oldu. Gel gör ki bugün tam geçmesi gereken saatte çocuk geçmedi camın önünden, üzerinden saatler geçti ama çocuk geçmedi. Belki de bir daha geçmeyecek. Belki ben ömrümün sonuna kadar o çocuğun kavanozunda ne olacağını merak edeceğim. Belki az sonra gelecek, belki, belki…

Diyeceğim şudur aslında sayın okur;
İnsanoğlu olarak öyle yatkınız ki durağana. Öyle çok seviyoruz ki etrafımızla oynamayı, dünyayı sorgusuz sualsiz kendi istediğimiz gibi dizayn etmeyi. Düşünmüyoruz. Yapacaklarımızın sonunu aklımıza bile getirmiyoruz. Sadece yapıyoruz, sanki her şey bizim istediğimiz gibi olmak zorundaymışcasına. Bizden tamamen bağımsız sokaklara hükmedebileceğimizi sanıyoruz. Sokağı ayrı düşünmeden içindekilerle sanki bizimmiş gibi yaşıyoruz. Her şeyin sahibiymiş gibi davranıyoruz. Bırakınız, yapmayınız. Yoldan geçen bir çocuk sırf siz istiyorsunuz diye geçmek durumunda değil. Bitkiler sırf siz tüketesiniz diye temiz hava üretmek zorunda değil. Hayat bizim olmasını istediğimiz gibi olmak zorunda da değil. Bırakınız, yapmayınız. Milyarlık içinde yeni milyonluklarız biz. Sevelim, koruyalım, dinleyelim, okuyalım, oynayalım ama mahvetmeyelim. Önce çözünelim kendi içimizde. Bir olmaya çabalayalım, bir olalım. Tüm bitkisiyle, tüm hayvanıyla, tüm canlısıyla, taşıyla, toprağıyla bir olalım.

Ama artık mahvetmeyelim.