Müzik Yapan Çocuklar



Selam olsun sardunyalara, müzik yapan çocuklara.

Ben ıslık çalmaya dört yaşında başladım. Öğrenebilmek için saatlerce ağladım, saatlerce uğraştım. O günden beri ıslıksız geçen günüm olmadı.

Bizim mahallede Ömür diye bir çocuk vardı. Hareketleri çoğu çocuğa garip gelir. Oyunlarına pek almak istemezlerdi. Hatta anneleri çocukları Ömür’le arkadaşlık yaptığı zaman deliye döner, çocukları kolundan tuttuğu gibi uzaklaştırırdı Ömür’ün yanından.


Mahallenin bakkalı peynir tenekelerini koyardı kapının önüne. Ömür bu boş tenekeleri gördüğü zaman çılgına döner koşar kapardı hemen ikişer üçer. Sonra onları güzelce boyardı, renk renk. İlk gördüğüm zaman anlamlandıramamıştım. Herhalde okuldan ödev verdiler diye düşünmüştüm. Bizim zamanımızda da vardı böyle iş teknik, el işi derleri. Şimdiki gibi her öğrencinin elinde tablet yoktu tabii. Neyse, ertesi gün tam evden çıkıyorum bizim Ömür oturmuş apartman kapısının önüne, koymuş tenekeleri davul gibi sopalarla bir ona vuruyor bir buna. O incecik çocuk sesiyle birde Drama Köprüsü’nü söylemesin mi. Oturdum bende yanına ‘’ver bakalım bana da bir sopa.’’ Dedim. ‘’al bak bu en iyi ses vereni .’’ dedi, verdi. Başladık beraber çalmaya. O türküden bu şarkıya söyleyip durduk. Bir iki saat sonra dedim ki ‘’kalk gidiyoruz Ömür.’’ ‘’nereye ?’’ dedi. ‘’Sana güzel bir sürprizim var yolda belki ipucu veririm.’’ Dedim. Kalktık, tenekeleri güzelce yerleştirdik apartman girişine, koyulduk yola. Yolda Ömür birkaç kez sorsa da söylemedim sürprizi. Nihayet marangoz arkadaşım Rıfat’ın dükkanına gelmiştik. Girdik oturduk dükkana. Hal hatır sormalar, çaylar oraletler derken ben girdim mevzuya. ‘’Rıfat’ım bu genç adam müziği çok seviyor. Bizim bakkalın peynir tenekelerinden kendine davullar yapıyor. Ama bu işler öyle tek davulla olmaz sende bilirsin. Ben bir abisi olarak onu aldım getirdim sana. Dedim ki; Rıfat abisi ona bir kaval yapar, bizimki de başlar üflemeye.’’ ‘’Vay vay vay. Demek genç adam müzisyen olacak da bir kavalı eksik kalmış. Tabi yaparım, yaparım ama onunda yardım etmesi lazım. Yoksa çıkmaz bu iş.’’ ‘’Ederim tabi, tornavida kullanmayı da biliyorum.’’ Diye çıkıştı hemen Ömür. ‘’Peki, o vakit benim biraz işlerim var, size kolay gelsin.’’ Diyip ayrıldım Rıfat’ın dükkanından.

Manavdı marketti derken ellerim torba dolu döndüm mahalleye. Hemen yetiştiler tabi bizim mahallenin ufakları. Verdim torbaları ellerine gönderdim bizim eve. ‘’Yengenize söyleyin sabah yaptığı poğaçalardan versin size.’’ Dedim. Koştur koştur kayboldular. Rıfat’ın dükkana geldiğimde bizimkiler işi çoktan bitirmiş son kat cilayı atıyorlardı. Ömür’ün gözleri güneş gibi parlıyordu, nasıl mutlu olmuş yavrucak. Rıfat söz aldı Ömür’den ‘’her cumartesi sabahı gelip bir saat çalacaksın dükkanda, bende dinleyeceğim.’’ Dedi. ‘’Tamam, hele bir öğreneyim istersen her gün çalarım Rıfat amca.’’ Dedi Ömür. Gülüştük, ayrıldık Rıfat’ın yanından. Bizimkinin elinde kaval hoplaya, zıplaya döndük mahalleye. ‘’Hadi geç oldu saat merak etmiştir annen doğru eve bakalım, benden de selam söyle.’’ Dedim yolladım genç adamı.

Aradan iki hafta geçmişti ben göreve Isparta’ya gitmiştim. Ömür uzaktan görünce geldiğimi koştur koştur geldi yanıma. Ama yüzündeki o mutlu, sevecen çocuk gitmiş sanki böyle sürekli ağlamaklı bir çocuk gelmişti. Ertesi gün baktım kapının önünde gözükmüyor, indim katlarına çaldım kapıyı. Fırladı açtı hemen. ‘’Hadi dedim bugün cumartesi kap kavalını Rıfat amcanın dükkanına gidelim.’’ Pek istemez bir havayla ‘’tamam.’’ Dedi. Aldık kavalını düştük yola. Çocuğun ağzını bıçak açmıyor. Bir iki zorladım baktım yok. Aldım götürdüm sahile. Dondurma aldım, oturduk kayalara. ‘’Senin bir derdin var oğlum. Anlat meseleyi beraber çözelim, ha çözemezsek beraber üzülürüz ne yapalım dedim.’’ Bizimki başladı anlatmaya ağlamaklı gözlerle. Babasının tayini çıkmış, yarın Erzurum’a taşınıyorlarmış. Ne yapmışlarsa olmamış kesin gidiyorlarmış yani. Durum böyle olunca bana da yapacak çok bir şey kalmadı. ‘’Bak oğlum bu işler böyledir. Emir gelir gidersin, emir gelir yine gidersin. Madem bugün son gün o zaman kalk gidiyoruz Lunapark’a.’’ Dedim. Çocuk üzüntüyle sevinç arasında bir buruklukta kaldı. Gittik bütün günü lunapark’ta geçirdik. Akşam eve bırakırken kol saatimi hediye ettim Ömür’e. Hep bakardı, çok hoşuna giderdi. ‘’Bunu şimdi senin koluna takıyoruz ama senin oldu sanma sakin. Sadece bir sonraki görüşmemize kadar sende kalacak delikanlı, anlaştık mı ?’’ dedim. ‘’ Tamam, anlaştık seni ilk gördüğümde geri vereceğim.’’ Dedi.

Şimdilerde Moda’da oturuyoruz. O günden sonra Ömür’ü ne gördüm ne duydum. Zaman akmış gitmiş aradan geçmiş on beş yirmi sene. Şimdi görsem tanımam herhalde.

Geçen gün balık almaya Kadıköy’e indim. Kilisenin karşısında müzik aletleriyle oturmuş şarkılar söyleyen gençler vardı. Bayılıyorum böylelerine. Müzik insan için var diyorum içimden. Sokakta müzik, müzikte hayat var. Gençlerin etrafında oluşan halkanın arasından sıyrıldım önlere doğru geçtim. Benim geçmemle müzik durdu. Anlayamadım ne olduğunu herkes birbirine baktı. Gençlerden biri ayağa kalktı bana doğru yürümeye başladı. Böyle uzun sakallı, buğday tenli inceden bir delikanlı. Çakmak çakmak gözlerinden anlaşılan en fazla yirmi altı yirmi yedi yaşlarında. Geldi yanıma kadar dibimde durdu. Gözlerimin içine bakarken bir yandan saatini çıkarıyor bir yandan gözlerinden akan yaşları silmeye uğraşıyordu. O an içimde bir yerler cız etti. Ömür, bizim Ömür. Bizim müzisyen olacak Ömür. Yıllar sonra beni ilk görüşte tanımış, verdiği sözü de unutmamıştı. Sıkı sıkı sarıldık birbirimize ayrı geçen her sene için biraz daha sıkı.

Dört sene kalmışlar Erzurum’da sonra babasının tayini Ankara’ya çıkmış. Müzikle ilgilenmeye devam etmiş. Bırakmamış peşini. Lisede arkadaşlarıyla grup kurmuşlar. Sonra konservatuara gitmiş hepten kapmış işi. Şimdi iki albümleri varmış. Turneler, konserler derken vakit buldukça buralarda sokakta çalıyorlarmış. ‘’Ben sokakta öğrendim müziği, ters çevrilmiş peynir tenekelerinde. Nasıl koparım sokaktan.’’ Dedi. Hatta kendi yaptığı bir müzik aleti de varmış. Hey gidi Ömür ne güzel insan olmuşsun sen, ne güzel…