Bugün saatler boyu bilmediğim sokaklarda, bilmediğim
apartman adlarını okuyarak yürüdüm. Ne hızlı, ne yavaş. Sadece yürüdüm işte.
Güneşi görünce biraz heyecanlandım. Işığı gözlerimi kamaştırırken, aralığın son
rüzgarlarının burnumu kıpkırmızı yapması hoşuma gitmişti. Sonra dar, sessiz
sokakların birinde durup bi’ kediyi sevmek için yanıma çağırdım. Bana aldırış
etmeden yoluna devam etti. Zaten bende kedilerden pek haz etmem. Ama bunu lütfen
ona iletmeyin.
Bugün ben de diğer
insanların yaptığı gibi yanlış olanı yaptım. Kaldırımın solundan yürümeye çalıştım.
Omzuma vurup çantamı düşürenlere kızmadım. Botlarıma basan minik çocuğa ve
yanımda yürürken telefonda hiddetle konuşan adama da kızmadım. Belki
inanmayacaksınız ama otobüs sırasında en öndeyken, benden önce binen onca
insana kızmadım. Beni görmezden gelenlere, eğer hava yağmurlu olsaydı yanımdan
hızla geçerken üzerime çamur sıçratan arabaya bile kızmadım. Sisteme, beni
unutanlara, vazgeçenlere... Kızmadım.
Çünkü bugün fark
ettim ki, bunların hiçbiri olmasaydı da ben mutlu olmayacaktım. Yine aynı 'ben'
olarak devam edecektim yoluma. Öyle ya bazen devam etmek gerekir. Sonucun ne olduğunu
bilmesen de yürümek gerekir. Karşına kimlerin çıkacağını bilmiyorsun, belki en
iyisi belki en kötüsü. Ama mutlaka çıkacaktır birileri. İnsanlar 'yalnız insan'
kavramını benimseyemedi halen. Ama ben yalın kalmak istiyordum. Kendimle baş
başa. Buna izin vermediler. Ben de gittim bi' kahve daha yaptım kendime.
Düşünülmesi gerekenleri düşünebilen, kitaplardan, şiirlerden konuşabileceğim
birini tasvir ettim. Kafamın derinliklerinde. Belki böyle biri yoktu, hiç doğmamıştı
ama olsundu. Zaten herşey bizim olduğu sürece güzel değil miydi? Böyle öğretilmedi
mi yıllarca, şimdi ne değişecek?
Velhasıl beter yine
bize kısmetmiş. Ne zaman sevinsek ardını endişe kaplıyor hemen. Dünyaya gelirken
bazılarının kaderleri bellidir ya, bizimki de öyle işte. Mutsuzluğun hüküm
süreceği bi' krallığa sahibiz.
Ve bugünün
diğerlerinden pek farkı yoktu. Kurtuluşa giden yolu tekrar çizdim ve sildim o
kadar.