Ölüm Belgesi




Korku, cesaret, öykü, rant, özgürlük, haksızlık,lastik, mazlum, şeker, ayakkabıcı, nükleer bomba, müzik, saydamlık, enerji, kartpostal. Bunların ölmeden önce söylemem gereken kelimeler olduğunu düşünelim. Düşünmeliyiz çünkü şöyle bir yol izledim. Hayatım boyunca yaşamış olduğum mutlu anları, vazgeçilmez anılarımı hep bir kelimeye indirgedim. Şuan bana ne hissettiriyor onu düşündüm. Ve düşündüğümde aklıma gelen kelimelerden yukarıdaki listeyi yaptım. Bu listeyi yapmış olmak bana o ölüm anındaki film şeridini dolduracak karelerin anahtarları. Bu kelimeler ile hayatımı çizecek ve ölürken durup izleyeceğim.

Zaman içerisinde ne kadar yok olabiliriz ? Kendimizi kaptırdığımız şey zaman olursa hayat ne kadar değişir ? Zaman ileri mi gider yoksa aslında geri mi ? Bulmak istediğim o kadar çok anahtar var ki. Artık taşıyamamaktan korkuyorum. Kendi zamanıma kendimi hapsediyor, kendi zamanımın cezasını çekiyorum. Kendi kendimin gardiyanı oluyor, kendime hesap soruyorum. Ben devam ederken yaşamaya aslında yaşamayı unutuyorum. Nefes alıp vermek yaşamak mıdır ? İnsan en zor nasıl ölür ? En soğuk intihar ne renktir ?

Bir tane film izlemiştim geçenlerde. Filmi izlerken adını sekiz defa sordum ama bir türlü girmedi aklıma. Neyse izledik falan güzel filmdi. Epey etkiledi beni. Ama halen adını bilmiyordum. Başka bir arkadaşla film muhabbeti ettik. Ben de bu izlediğim filmi anlattım. Ama dedim öyle yeni film değil. Bulması zor olabilir. Aradan birkaç gün geçti internette denk geldim filmin afişine bir baktım ki film 2014 filmiymiş. Hem de öyle ödül almış falan bilinen filmmiş. Vay be dedim kendime vay vaay. Acaba herkese oluyor mu bu ? Hani bir şey çok bilinir ama sen bilmezsin. Öğrendiğin zamansa her şey tersine döner. Kendini her şeye hakim sanırsın. İşte öyle gibi olmuştu bana. Sonra arkadaşa dedim böyle böyle sen o filmi izle.

Zamanı en iyi tarif eden şey yoldur. Yol zaman, zaman ise yoldur. Yolda olmanın kendisi zaman içerisinde seyahat etmektir. Aslında hepimiz farklı zamanların yolcusu, farklı anların canlısıyız. Aynı olmaya çok yakınız fakat birbirimize uzaklığımız bir uçurum. Aşılması güç, doldurulması imkansız bir uçurum. Az sonra yaşayacağımız anların gelmesini bekleyelim mesela. Burada beklenilen şey nedir ? Zamanının gelmesi mi, yolun bitmesi mi ? Aslında her an bir yol bitiyor ve bir anı oluşuyor. Anılar oluşuyor fakat hatırlamak veya hatırlamamak bizim elimizde. Şükür ki insan unutabilen bir canlı. Değilse çoktan yok olmuştuk. Acı içerisinde, geçmişe takılı kalmış, yolları hep uzamış fakat bir türlü bitmemiş insanlar olarak yok olurduk. Ne mutlu ki unutabiliyoruz.


Ben ilk kez öldüğümde her şey çok ani oldu. Tabiri caizse ne olduğunu anlamadım. Pat diye öldüm. Sonra alıştı bünyem. Peş peşe ölmeye başladım. Öldükçe alışıyormuş insan onu anladım. Sahiden haklıymış üstad her ölüm erken ölümmüş. İnsanlar ölürlerken öylece seyrediyoruz. Artık normal karşılıyoruz. Sanki olması gerekenmiş gibi geliyor. Belli insanlar var ki bunlar genellikle Afrikalı ve ölmeleri gerek. Buna indirgedik artık ölümü. Herkes ölür ama ben hariç. Ağlamaları duymuyoruz, kanı görmüyoruz. Üzüntü dediğimiz şeyler hepten saçma bir hal aldı. Kendimizi zaman bisikletine öyle bir bırakmışız ki kırılan zincirlerin farkında değiliz. Aklımızda hep yol, hep gitmek var. Yıka yıka gidiyoruz. Önümüze çıkan her şeyi yağmalıyoruz. Modern dünyanın modern barbarlarıyız. Çevremizi hızla tüketirken asla tükenmeyeceğimizi düşünüyoruz. Yıktıkça yıkıyor, yaktıkça yakıyoruz. Önce çevremizi sonra yakın çevremizi yakıyoruz. Her gün kendimizi Çin’de üretilmiş Japon yapıştırıcılarıyla hayata yapıştırıyoruz. Bıkmıyoruz, usanmıyoruz. Yaşadıkça hapsoluyor, hep daha fazla ölüyoruz. Öldükçe tekrar ölüyor en sonunda ölüme gülüyoruz.