Boş Sandalye




İki kişilik bi' masadayım. Ramazan dolayısıyla boşuz! Bomboş güzel duvarlı Bahçe'miz. Bu boktan kentteki tek barımız. Buz gibi bir bira boğazımın ısısını düşürüyor o vakit. En az bardak kadar soğuk oluyor her geçişinde mideme doğru giden yol. Alkol Boğazlar Sözleşmesi. 1936. Mentollü sigaranın da bu soğukluğa yaptığı katkının hakkını yiyemem, takdiri hak ediyor doğrusu.

Alabildiğine ahşap bi masada oturuyorum. Sandalyesiyle, kültablasıyla, gölgesini kullandığı ağacıyla...

Bağdaş kurmuş oturuyorum kendi ahşabımda. Karşımdaki sandalye hiç olmadığı kadar boş ve bir o kadar ahşap bu akşam. Ahşaba hayat verecek bi' beden arıyor sandalye. Bana hayat verecek bir beden arıyor. Omuzlara dökülen kızıl bi' hayat. Üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun! Ahşap kadar kahverengi gözler "sorna." Sonsuz. Umut dolu. Ahşabın çekiciliği kadar hem de. Ses arıyor kulaklarım sandalyede. Konuştuğu vakit yağmur sesini susturacak bir ses. Bir nefes. Evrendeki bütün seslerin sesini kesecek türden! Ne kuş cıvıldaması kalsın, ne ağustos böcekleri, ne bahçeyi sulayan garson çocuk ne de Dido'nun Hunter'ı. Dudaklarından çıkan her hece için bir huzur. Her gece için bir umut. Bembeyaz teni gibi. Gelecek gibi.

Umut arıyor sandalye. Karşısında ben. Hala boş sandalye karşımda, birası bitmiş bardağım kadar. Dolsun bira eksik kalmasın, bırak bahçeyi sulamayı çocuk! Yeşili koruyalım. Tanrı Carlsberg'i korusun kutsasın.

Eh be seni çocuk yazacaklarımı unuttum!

Elleri kadar soğuk bir bira daha. -Aferin çocuk!- Rüzgarı hissetmene gerek kalmayacak kadar serin eller. Tenine hayat veren.

Dolu bir kül tablası. Dolu bir bardak daha.  Israrla boş bir sandalye...

Hayatı unutturacak bir kadın için...

Başka bir kadın.



Güzel sesli kadına.