Son yarım saattir koşuyorum.
Kaçmak istediğim şey kendimim ve son yarım saattir koşuyorum.
Her şey başlamadan önce bir
Perşembe akşamını evimde kendi başıma geçiriyordum. Çok farklı değildi o akşam.
Her şey olması gerektiği gibiydi. Evde günlerdir olduğu gibi aynı şeyleri
tekrarlıyordum. Akşam yemeğimi yemiş ve televizyon karşısında uyuklamaya
başlamıştım. Züleyha öleli iki gün olmuştu. Normalde bu saatlerde telefonum
çalmazdı. Yine de bu saatlerde telefonumu kapatmayışımın sebebi acil durumlardı
sanırım. Açmadan önce bir süre tereddüte düştüm. Altı veya yedinci çalışından
sonra açtım. Telefonda yine o bilindik ses tonumu takınmıştım.
“Çabuk söyle işim var.” dedim.
“Acilen buluşmamız lazım.” dedi telefondaki heyecanlı ses.
Kendinden emin değildi, her zaman kendinden emin olması gereken bir kişi
olmasına rağmen.
“Nerdesin?”
“Parktayım çabuk gel.” dediğinde heyecanı giderek artıyor gibiydi.
Telefonu kapattım. O anın gelip
çattığını hissediyordum, kapının aniden çalışı gibi bir his kapladı içimi. Ne
ara kaptırmıştım kendimi bu kadar. Ne ara özlemlerim özgürlüğümü aşmıştı.
Anlayamadım... Anlamak için sordum, kimse cevap vermedi. Kimseye sormadığımdan
da olabilir, ama verilmeyecek cevapların hepsini biliyordum. Anlamımı kaybetmiş
gibi hissediyordum. Ölmüş ve dirilmiş ardından tekrar ölmüş biri gibi aynı.
Ağzım açık uyumuşum da dilim zımpara olmuş gibi. Bindiğim geminin batması,
binmediğim otobüsün kaza yapması gibi. Sessizce giydim paltomu, kışlık
botlarımı, dedemden kalma kol saatini taktım ve çıktım dışarı.
Hava buzdan biraz daha sıcak
olmasına rağmen kanım donmuştu. Muhtaç olduğum kudret damarlarımdaki asil kanla
beraber donmuştu.
Nasuh parkın her zaman beklediği
yerinde beni bekliyordu. Sigarasını ciğerlerine çekişi öyle güçlüydü ki sanki
parktaki tüm oksijenle bir alıp veremediği var gibiydi. Hızlı adımlarla yanına
gittiğimde yüzündeki bakış, aslında her şeyi anlatmaya yetiyordu. ‘’Ulan hep düşünürdüm ama senden hiç
beklemezdim.’’ Dedi Nasuh. Züleyha’yı öldürdüğüm anlaşılmıştı. Birazdan
mavi kırmızı ışıklar arasında mavi üniformalı adamlar gelip ellerimi arkada birleştirip
kafamı öne eğecekti.
“Nasıl öldürürsün amına koyyım Fikret’i ?”
“Heee??”
“Bilyorum senin öldürdüğünü, yalan söylemeye kalkma sikerim belanı.”
Diye buyurgan konuştu kıymetli efendimiz Nasuh. Halbuki buyurgan olan hep
bendim Nasuh sadece fikirlerimi anlattığım İsmet’ti benim için. Böyle saldırgan
tavırları Nasuh’tan hiç beklemezdim.
“Ne diyosun Nasuh sen? Fikret Ölmüş mü?” Diye sordum merak içinde.
Nerden nereye halbuki ben Nasuh’un, Züleyha’yı öldürdüğüm için bana sitem
edeceğini düşünüyordum ama Nasuh’un sitemi beraber öldürmeyi planladığımız
Fikret’i benim öldürdüğümü düşünmesinden kaynaklanıyordu. Şerefsiz Fikret
ölmüştü.
“Sen yaptın eminim bundan!” dedi Nasuh, gözlerindeki endişe benim
gözlerime yayılmaya başlamıştı.
O anı hiç unutamam, Nasuh’a sert
bir tokat attığım o muhteşem anı. Beni suçlarken ve bana saldırırken yüzünün
aldığı biçim bir anda üzgün ve bana sarılmak isteyen bir hale büründü. Ona kim
olması gerektiğini hatırlattım ve kendine geldi.
“Bırak
bu tavırları Nasuh, Fikret’i ben öldürmedim, eğer ki Fikret’i ben öldürmediysem
sen öldürmüşsündür.” Dedim ve Nasuh’a öyle bir bakış attım ki nerdeyse her
şeyi görmüş ve şahit olmuş gibi tavır takındım.
“Vallahi ben öldürmedim yemin ederim ki öldürmedim. Düşündüm senin
söylediklerinden sonra ama ben öldürmedim, yemin ederim bak.” Dedi Nasuh
ibnesi, nerdeyse ayaklarıma kapanacaktı.
“Nasıl öldü olum bu adam” dedim Nasuh’a.
“İki saat önce Gazi Market’in
arka sokağında bıçaklamışlar.” Dedi Nasuh, yüzü düşmüştü ve düşen yüz,
milyonlarca parçaya bölünmüştü.. Fikret’i Nasuh’un öldürmediğine inanmıştım. E
ben de değildim. Hadi bir anlık cinnetle karımı öldürdüm, tamam. Ama kim niye
Fikret’i öldürsün, Fikret’i kim tanır ? Bir ben bilirim şerefsizi bir de Nasuh.
Öldürmesi gereken iki kişiydik ve biz öldürmemiştik. Kim ulan bu, kim !?
Olaylar parkta ayaküstü
konuşulacak şeyler olmaktan çıkmıştı. Nasuh’u gönderdim eve döndüm. Hiçbir
bağlantı kuramıyordum. Belki de Fikret’in ölümü tamamen tesadüf bir ölüm ya da
bir devlet terörüydü, bilemiyorum. Bildiğim tek şey Fikret yanlış zamanda
yanlış yerde ölmüştü. Nasuh’un bu kadar tedirgin olmasının sebebini
anlayabiliyordum. Sonuçta bugün başka biri yapmasa yarın biz yapacaktık. Fikret
her halükarda ölecekti. Ölmese de ömür boyu zaten hapiste olacaktı. Züleyha’yı
Fikret’in evinde öldürmüştüm ve her şeyi Fikret yapmış gibi gözüküyordu.
Bütün gece uyuyamamıştım.
Nasuh’un yüzündeki o son ifade beni tedirgin ediyordu. Nasuh puştu gidip polise
ötecek ve bütün olay üstüme kalacaktı.
Sabah güneş daha doğmadan
Nasuh’un kapısında aldım soluğu. Var gücümle yumrukluyordum kapısını ama
açmıyordu şerefsiz. Aklıma annesinin evi geldi. Kesin annesindedir dedim ve
annesinin evine gittim. Kadın kapıyı açtığında hiçbir şeyden haberi yoktu ve
her zamanki gibi karşıladı beni. Nasuh şerefsizi salondaki çekyatta uyuyordu.
Bu işi şimdi burada bitirmek zorundaydım. Bir anda Nasuh’un üzerine çullandım
ve bıçaklamaya başladım. Daha ne olduğunu anlayamadan çoktan ölmüştü bile.
Durum karşısında şoka giren kadın oracıkta bayıldı. Deliye dönmüşüm sapladığım
her bıçak biraz daha derine gidiyordu. Her taraf kan olmuştu. Annesi olayları
görmüştü onu arkada bırakamazdım. Zavallı baygın kadına yöneltim ve onu da
bıçakladım. Kendimi tamamen kaybetmiştim. O an kapıdan başka biri girse onu da
ölümüne bıçaklayabilirdim. Ellerim, beynim, kalbim.. Hepsi birbirinden bağımsız
hareket ediyordu.
Üstüm başım kanlar içinde
ayakkabılarımı bile giymeden koşarak çıktım evden. Son yarım saattir koşuyorum.
Durmadan koşuyorum. Ben ne ara böyle oldum. Allahım ben ne oldum. Koşmam lazım.
Kendimden kaçmam lazım.
En çok sevdiğim insanın artık hep
yanımda olmasını istemem en çok hakkım olan şeydir diye düşünmüştüm hep.
Nitekim bu sebepten evlenmiştim Züleyha’yla. Mutlu muydum, bilmiyorum ?
İstediğim şeye sahip oldum ama uzun süremedi, bu yüzden bir huzursuzluk vardı
içimde. Fikret bunu en çok hissettiğim anda çıkıp sikmişti hayatımı. Bir
açıklama yapması gerekiyordu Fikret ile Züleyha’nın. Açıklamalarına izin vermeden
öldürdüm Züleyha’yı. Fikret kaçmıştı. Suç mahalini şüpheye el vermeyecek
şekilde düzenledim. Fakat Fikret’e olan kinim onu hapse attırmakla
bitmeyecekti. Bu yüzden Fikret’i öldürmemiz gerekiyordu. Ama biri bunu bizden
önce zaten yaptı. Nasuh ile annesi sadece bilmemesi gereken şeyleri bildikleri
için öldüler. Bense ölenlerin hepsini görmemem gereken şeyleri gördüğüm için
öldürdüm. Ve en çokta ben öldüm. Artık anlayamadığım tek şey var; ‘’ULAN BU
FİKRET’İ KİM ÖLDÜRDÜ!’’