Biz Hibu'yu Çok Sevdik


‘’Kamış dedi, sonunu düşünmedi yanımdan geçerken kamış dedi hiç düşünmeden…’’
Karşı koyacak gücüm olsaydı bu gözünün altında iki tane halka olan adama güvenmezdim. Gece bitmek üzereydi. Sabah olmamak için, güneş doğmamak için direniyordu. Gece ki onun göz bebekleri kadar siyahtı. Ve göz bebeklerinde hiçbir parıltı yoktu. En ufak bir ışık yoktu sayın okur. Yağlı boya tabloları kadar soğuk, yeni ısınmış tava kadar sıcaktı. Isınmakta ısrar eden kalorifer petekleri kadar sıcaktı. Radyoda dinlediği Hotel California bitmek üzereydi fakat ardından gelecek olan radyonun iğrenç jingle’ı başlamasın diye yalvarıyordu kendi içinde. Ama boşuna o parça bitecek ve iğrenç jingle kulaklarımıza s.çacaktı.

Kaşları o kadar inceydi ki sanki yoktu, hiç olmayacak gibiydi. Burnu eğer beş defa kırılmamış olsa yüksek ihtimalle yüzüne daha çok yakışırdı. Tuz ve şeker kullanmıyordu Metin. Tuzu ve şekeri neden bırakmıştı onu da pek kestiremiyordu. Herhalde entelektüel bir görünüm kazanma çabasına girmişti bir vakit.

Kazlıçeşme’de Hibu’nun oturduğu evin alt sokağına çekti arabasını. Farlarını kapatmış, işine odaklanmış bir kunduz edasıyla bekliyordu. Hibu ile son görüştüklerinde nişanlanmışlardı. Araya giren yıllar onları uzaklaştırmış mıydı, yoksa olması gerektiği gibi halen yakın mıydı ? Bunu anlamak çok zor değil aslında. Derin bir nefes aldı ve marşına bastı Subaru’sunun Metin. Cesaretini toplamış ve Hibu’nun evinin önüne çekmişti arabasını. Bekliyordu sadece bekliyordu. Göreceği manzara belki onu çok yaralayacak, belki vücudu parça parça olacak ve akbabalar yanaşmayacaktı. Ama olsundu, önemi yoktu. Hibu’yu bir kez daha görmek ona dünyaları bahşetmese de belki cennetten birkaç arsa verebilirdi.

Papatya sokakta o an güneş doğmuştu sanki. Sanki bulutlar toplu olarak greve çıkmıştı. Hibu öyle bir girmişti ki sokağa yürüdüğü kaldırım taşları yalvarıyordu bana bas bana bas diye. Endamı kendinden önce varmıştı eve. Metin’in yanından geçerken Metin’in hissettiği tek şey şehirdeki bütün apartmanların üzerinden atlama isteğiydi. Bir şeyler yapması lazımdı. Senelerin birikmişliğini kusması, üzerinden atması gerekti. Hışımla açtığı arabanın kapısı belki bir daha hiç kapanamayacaktı. Dim dik durdu Hibu’nun önünde. Hibu bu durum karşısında bir bukalemun gibi korudu soğukkanlılığını. Yüzünde en ufak bir mimik kırıntısı dahi yoktu. Sanki Metin yokmuşcasına yanından geçerken tek bir şey dedi. Kamış…