Bir ay değil, bir ya da iki hafta olmuştu. Grili çocuk
piercing yaptırmış, halinden gayet memnun gözüküyordu. Üniversiteyi yeni
kazanmış ve üniversiteli olarak ilk adımını atmıştı. Net bir şekilde görülmese
de derdi anlaşılıyordu. Sarışın kız iki saat önce aktifti, ona cevap
vermemişti. Bir şeyler mi düşünüyordu, yoksa umursamıyor muydu ? Belki de
sarışın kızın kafası karışıktı. Belki de sarışın kız kafasızdı. Belki de
bunları konuşmak yanlıştı.
O iğrenç müzik kafedeki bütün hoparlörlerde duyuldu, ‘’Ama
benim adım elvan dalton.’’ Lanet olsundu, bu ne biçim müzikti. J.S. Bach ile
aynı dünyayı paylaşmakta olan insanlar nasıl böyle müzikler dinleyebilirdi.
Son iki saattir az akıllı telefonunu elinden düşürmemişti
grili çocuk. Tek istediği bir cevap, belki bir ‘’peki.’’ İdi.
Mekanın kedisi çarşı sanki aylardır birisinin ona sigara
paketini atmasını beklercesine bir sevinçle kucakladı kıvırcık saçlı adamın
attığı paketi. Günlük hayatı yangın merdivenlerinden dışarı çıkıp bir deniz
havası alıp, marinada balık tutan kırk-kırk beş yaşlarındaki amcalardan balık
aşırıp daha sonra tekrar mekana gelip müşterileri umursamadan kendi başına
eğlenmekle geçerdi. Ha birde müşteriler arada bir tantuni söyler ve mekanın
kedisi Çarşı o soğansız ve maydanozsuz tantuni yüzünden müşterilere türlü
şirinlikler yapardı.
Bu mekan aslında köpeklerin ve ejderhaların giremediği,
insan ve kedilerin giriş üstünlüğüne sahip olduğu bir yerdi. Freddie Mercury’nin
bu mekanın ismi ile aynı isme sahip olan şehirde doğması belki tesadüftü, belki
de Freddie Mercury’nin doğduğu şehrin ismi verilmişti bu kafeye…
Zaman
dediğimiz kavram sayın okur, şuan çok alakasız olsa bile garipliğini
sürdürmekte. Haydi hep beraber bir sigara daha ateşleyelim ve üfleyelim
yalnızlığımıza çünkü etrafımızda ne kadar çok insan olursa olsun içimizdeki
yalnızlık bizi asla bırakmamakta.