Bir Elmanın İki Yarısı


Soğuk olmuş, neden burada yatıyorum? 
Bu başımdaki ağrı ne?
Doğrulmam lazım göremiyorum. Başım, başım sanki genişlemeye çalışıyor. Ellerimdeki kan mı, neredeyim ben, ne yapıyorum ben burada, neden kanlar içinde kaldırımda yatıyorum?
Aaaaaah! Canım yanıyor. Kafamdan kanlar akıyor, ne olmuş bana, kim yaptı bunu, ya birileri beni kovalıyorsa, birileri beni öldürmeye mi çalışmışsa?
Aaaaaah! Başıma dokunamıyorum bile, her yanımdan kanlar akıyor.
Neden?
Bilmiyorum, neden bu haldeyim bilmiyorum, neredeyim bilmiyorum…
Kimim ben?
Kimim ulan ben?
Ya bunu yapanlar beni tekrar bulursa?
Kaçmam lazım, kaçmam gerek, beni bulmamalılar…
Nereye?
Nereden geldim bilmiyorum, nereye gitmem lazım?
Sus artık! Kapat şu çeneni! Kaç artık lan kaç…
Hatırladığım ilk ve son şey bu karanlık yolda kanlar içinde uyanmak. Nasıllarım, nedenlerim, niyelerim ne kadar çok oldu.

Bir ışık var ilerde görüyorum ama sanki oraya gitmemem gerek sanki o ev bana düşman gibi. Hayatım sankiler ve acabalar ile doldu. Yahu neler oluyor?!
Doğruldum, yürümeye başladım ardımda bıraktığım yolu kanımla nakış gibi işleyerek. Bir insan kaç litre kan kaybederse ölür ? Toplamda kaç litre kanım var ? Başımdaki yara veya artık her ne ise mikrop kapar mı ? Beni aids yapar mı ? Yürümeliyim, insanların olduğu yere doğru yürümeliyim. Sokak köpekleri var mıdır ? Sokak köpeklerinden korkar mıyım ? Bilmediklerim, ne kadar çoksunuz. Ceplerim hep boş muydu, yoksa birileri mi boşalttı ? İnsana en çokta kendini bilmemek koyuyormuş. Veya daha çok koyan bir şey varsa ben yaşamadım. Belki de yaşadım hatırlamıyorum.

Bir araba geliyor ilerden. Daha önce hiç bu kadar siyah olup bu kadar parlayan bir araba görmemiştim. Ya da görmüş müydüm ? Ellerimi açtım ve başımın üzerinde sallamaya başladım. Ahh başım… Sanki başımın üzerine çıkmış zıplıyor gibiyim. Araba bana doğru yaklaştı, durmadı devam etti. Bende olsam kan banyosu yapmış bir adamı arabama almazdım herhalde. Arabam ? Buraya nasıl gelmiştim ? Bir arabam var mıydı ? Off… Bilmiyorum… Bir araba daha geliyor. Sağ elimle durmasını işaret ettim. Durdu. Kırk beş, elli yaşlarında saçları yağlı boyayla boyanmış kadar beyaz olan bir adam indi. Elleriyle bir şeyler yapıyor ve bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Hiçbir şey anlamıyordum. Evet. Bu adam dilsiz. Hafızasını kaybetmiş kanlar içinde bir adam ve ona yardım etmek isteyen dilsiz, sağır ve beyaz yağlı boya saçlı arabalı adam.

Adamla anlaşmaya çalışmak belki de ömrümde yaptığım son şey olacaktı. Daha fazla uzatmadım ve şoför koltuğuna geçtim. Adam ne yapmak istediğimi tam olarak anlamasa da itiraz etmedi yan koltuğa kuruluverdi hemen. Gaza öyle bir basıyordum ki sanki ayağım bir ton. Peki nereye gidiyorduk ? Adamda en az benim kadar bilmiyordu. Elleriyle sağa sola dön der gibi hareketler yapıyor bende ona uyuyordum. On beş yirmi dakika kadar böyle devam etti. Bir şehrin içine girmiş ara sokaklardan geçiyorduk. Evet ! Sonunda bir hastane. Hastanenin önünde arabayı durdurdum. Ve koşarak acil kapısından içeri girdim. Doktor ! dedim. Doktor lazım. Şuan ölmek üzere olan bir hastanız var ve durumu çok acil. Eğer hemen bana müdahale etmezseniz yemin ederim öldüğümde bu hastaneyi ateşe veririm. Bütün camlarınıza sprey boyayla katiller yazarım. Ne olduğunu anlamadan sedyeye yatırıldım oradan da ameliyathane…

Güneş gözlerimi öyle rahatsız etmiş olmalı ki uyandım. Karşımdaki duvarda asılı olan televizyonda birbirleri ile evlenmek için can atarmış gibi yapan iki salak. Kafamdaki bandaj ile sokağa çıksam sanırım bir tarikatın üst düzey bir mensubu sanılabilirim. Sağ tarafımda duran acil durum düğmesine benzettiğim şeye bastım. Hiçbir şey olmadı. Tekrar gözlerimi kapatıp uyumak istedim. Bunların hepsi kötü bir kabus olmalı ve bende bu kabustan uyanmalıyım. Güneş… Bir insanın gözünü bu kadar rahatsız eden bir şey nasıl faydalı olabilir ? Bir hemşire girdi odaya.
‘’Merhaba, demek uyandınız. Son yetmiş altı saattir uyuyordunuz.’’
Bu kadın çıldırmış olmalıydı. Yetmiş altı saat nasıl uyurum ? Elinde çeşitli kağıtlar vardı ve yüksek ihtimal benimle ilgiliydiler. Peki ben kimdim ?
Hemşire tepemin üzerinde duran garip aletlere baktı, elindeki kağıtlara bir şeyler yazdı ve gitti. Bunların bir kabus olma olasılığı daha da yükselmiş oldu. Arkasından bağırdım fakat dönüp bakmadı. Bu böyle olmazdı, olmamalıydı.

Yataktan kalktım kolumdaki zımbırtıyı söktüm. Karşıdaki dolapları biraz karıştırdıktan sonra üzerime giyecek bir şeyler bulabildim. Giyindim ve çıktım hastaneden. Yahu burası nasıl bir hastaneydi ki kimse nereye bile demedi. Yürümeye başladım. Gayet gelişmiş olan bu şehir neresi, bu sokak şehrin neresinde kalıyor ? Hiçbir fikrim yoktu. Ama yürüdüm. 

O da ne ? İlerdeki taksi durağının önünde taksiye yaslanmış olan adam benim! Evet gerçekten kabus olmalıydı. Yoksa ölmüş müydüm ? Ölenler öldükten sonra ruhlar alemine girer ve kendilerini izleme fırsatı bulurlar mıydı? Kim olduğumu bilmiyorum ama kim olduğumu bilmediğim beni görebiliyorum. Taksinin yanına doğru yaklaşmaya başladım. Ben beni fark etti ve tebessüm etti. Benin gözlerinde çok değişik bir sevinç vardı. Ben beni görebiliyor muydu ? Bana doğru koşmaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim. Bende ona doğru koştum. Beni kucakladı. Kaç insan şu hayatta kendi ile kucaklaşmıştır ki ? ‘’Nerdesin sen, nerdesin?’’ dedi. Bir insan neden kendine nerde olduğunu sorar ki ? ‘’ Sen kaybolduğundan beri hepimiz perişan olduk. Annem, babam, karın, çocuklar hepsi perişan haldeler.’’ Bir dakika ben beni nasıl olurda merak eder. Bir dakika, bir dakika annem, babam, karım ve çocuklarım ? ‘’Haydi hemen eve gidelim Ahmet herkes seni çok merak etti.’’ Adım Ahmet miymiş ? Ahmet… Çok sıradan bir adammışım. Bu arada kendi kendimden adımı öğrenmem ve kendi kendimi eve götürüyor olmam ? Haydi artık biri çıksın ve bunun kocaman, dev prodüksiyonlu bir şaka olduğunu söylesin.

‘’ Ahmet, neredeydin kardeşim?’’ 
Hey! 
Nasıl yani bu ben aslında ben değilmişim ve benim kardeşim miymiş? 
Üstelik ikiz kardeşim ?