Aralık kalmış pencereden dışarı bakıyordum. Fonda bilmediğim
insanların bilmediğim şarkıları çalıyordu.
Sabah yine aynı saatte uyanmıştım. Eğer bir kaktüs ile
susuzluk yarışına girsek kazanma ihtimalim yüzde doksan sekiz olurdu. (Yüzde iki
hata payı herkes tarafından kabul edilebilir.) Litrelerce su içmeme rağmen
dindiremedim içimdeki büyük Londra yangınını. Karnımdan gelen seslere bakacak
olursak çok acıkmış olmalıyım. Dolapları karıştırdıysam da yiyecek çok bir şey
bulamadım. İrlanda’daki büyük kıtlıkta insanlar bu kadar acıkmamıştır. Son
dolabın son çekmecesinde bulduğum mısır gevreğini yemeye koyuldum. Ördek dili
bile bu mısır gevreğinden daha güzeldir. Sanırım kusmam gerek fakat kusamam,
kusarsam saçlarım dökülür.’’ Bu ne demek şimdi ?’’ Diyebilirsiniz sayın okur.
Lakin batıl inançlarıma saygı gösterilmediği zaman çok asabi olabiliyorum,
denemeyin. Litrelerce su içip pek bir şey yiyemedikten sonra güne başlamak için
hazır hissettim kendimi. Yüzümü yıkamak yerine, bana yüzümü yıkamış havası
katacak olan o müthiş parmakla gözlerimi ovuşturma hareketimi yaptım. Evet
artık insanların içine çıkıp, bütün günümü suratlarına bakıp anlamlar çıkarmaya
adayabilirim.
Ayakkabılarımı bağlayıp yangın merdiveninden koyuldum
bugünkü uhrevi görevime. İlk hedefim bizim ikinci katta oturan Pakize teyze
oldu. Her zaman olduğu gibi yine o salondaki güneşten rengi solmuş tekli
koltuğundan oturmuş 1995 üretimi az renkli televizyonundan sabah
haberlerini takip edermiş gibi yapıp
uyukluyordu. Ha bu arada tekli koltuk dedim çünkü Pakize teyze berjer koltuk
denmesinden nefret eder. Yaklaşık kırk beş dakika onunla birlikte sabah haberlerini
izledik, sonrasında allahaısmarladık diyerek devam ettim yangın merdiveninin
basamaklarını inmeye. Birinci katta oturan öğrenciler hep olduğu gibi koltukta
uyuyakalmış g.tlerinden horluyorlardı. Pis insanlar, artık camlarının kirinden
içeriyi göremez olmuştum. Devam ettim basamakları inmeye. Apartmanın altında
bulunan markete girip hep yaptığım gibi donmuş gıda reyonunda dolaşmaya
başladım. Nedendir bilmem fakat donmuş gıda ürünleri her zaman ilgimi
çekmiştir. Sanırım daha önce hiç donmadığım için bu kadar alakadardım.
Marketten çıkarken kasiyer Meral’e ‘’Günaydın, kolay gelsin.’’ Dedim. Sokağa
çıktığımda iki saniyelik bir yer yön muhasebesi yapıp güneye doğru yürümeye
başladım. Laminat parkeci, çiğköfteci, kasap, manav, vodafone bayii derken
trafik ışığını yeşilde yakalayıp karşıya geçtim. Apartmanın köşesini hunharca
katletmiş kafenin önünden geçerken T3te oturan bıyıklı bir adam takıldı gözüme.
Oturduğu masanın kodunun T3 olduğunu biliyordum çünkü bu kafede üç gün
çalışmıştım.
Adamın elinde muhtemelen gül ağacından yapılmış oldukça eski
gözüken bir pipo vardı. Pipolara özel bir ilgim olmasa adamın bıyıkları ile bu
kadar haşır neşir olmazdım sanırım. Bunları düşünürken kafeyi on on beş adım
geçmiştim farkında olmadan. Döndüm ve geri yürüdüm. Kafeye girdim arada bir
oturduğum T1e oturdum. Adam önümde arkası bana dönüktü. Üzerinde hiç saç
olmayan kafası bana Kanada’yı anımsatıyordu. Garson geldi bende bir oralet
söyledim. Şekersiz oraletimin gelmesini beklerken masanın üzerinde duran
gazetelere göz attım. Kısa sürdü çünkü üçüncü sayfalarda ilgimi çeken bir
cinayet haberine rastlamadım. Hatta hiç cinayet haberine rastlamadım. Demek ki
herkesin dünü güzel geçmiş, bugün kimse cenazeye gitmek zorunda değildi.
Oraletim geldi. Karıştırdım ve içmeye başladım. Karıştırdım çünkü çalışanlar
oraleti hazırlarken karıştırmaz direk getirirler. Bıyıklı kel adam halen
elindeki pipoyla rulet oynamaya devam ediyordu ve benim artık buna bir dur
demem gerekiyordu. Doğruldum yerimden elime aldığım gazeteleri otururken adamın
masasına vurdum ve ‘’Yeter artık!’’ dedim. Yüzünde bir kunduz şaşkınlığı
taşıyordu adam. Anlam verememiş fakat hemen karşılık vermişti ‘’Tabii buyurun bende
sizi bekliyordum.’’ Durum benim aleyhime dönmüş pis kel skoru bir bir yapmıştı.
Gazeteleri ittim önüne doğru, ‘’Bak, bugün hiç cinayet haberi yok.’’ Dedim.
Geri durmadı yine Bugatti Veyron hızıyla yapıştırdı cevabı ‘’Evet çünkü dün
bütün gün evdeydim.’’ İçimde yaşadığım gerilimin seviyesi bir şehrin elektrik
ihtiyacını karşılamaya yeterdi. Göz gözeydik. Çok düşünmedim aklıma ilk geleni
yaptım ve elindeki pipoyu kapıp Usain Bolt’tan kaçarmışcasına koşmaya başladım.
Sanırım bir kilometre kadar koşmuş olmalıyım ki ciğerlerimi bir dahaki nefeste
kaldırıma yapıştıracaktım. Pipoya sahip olmuştum fakat tütün eksiğini hesaba
katmamıştım. Aklıma gelen ilk tütün satan yere kadar koşmaya devam ettim. Halen
neden koştuğum hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Koşuyordum. Sadece koştuğumu
biliyordum. Tütüncüye girdim ve en iyi pipo tütününü istedim. ‘’Ha birde ağabey
mümkünse çikolata aromalı olsun, ılgıt ılgıt yayılsın kokusu.’’ On beş lira
ödeyip tütüncüden çıktım yapay gölete gittim. En yakınımdaki banka oturdum ve
ateşledim pipomu. Saatlerimi geçirmiş belki dört belki beşinci defa
dolduruyordum pipomu. Artık eve girme vaktim gelmişti. Kalktım ve evin yolunu
tuttum. Yangın merdiveninden çıkarken önce birinci kattaki miskin öğrencilerle
selamlaştık daha sonra ikinci kattaki Pakize teyzeyle. Eve girdiğimde sabahtan
kalan radyo halen açıktı. Yatak odamdaki aralık kalmış pencereden dışarı
bakıyordum. Fonda bilmediğim insanların bilmediğim şarkıları çalıyordu. Gözlerim karardı, yığılmak üzereydim çünkü bütün gün hiç bir şey yememiş pipoyu icat eden fakat halen icat ettiğinin farkına varamamış bir kızılderili gibi pipo içmiştim. Beklediğim oldu ve yığıldım. Ne kadar baygın kaldım bilmiyorum ama ayıldığımda çalan şarkıyı çok iyi hatırlıyorum...