Paul ölüm tarihinin 29 Şubat olduğunu öğrendi. Yalnız Papa
ikinci Jean Paul değil sadece Paul. Paul Walker’da değil, tekken’de ki Paul hiç
değil. Paul, sadece Paul.
Doktor Tarık Küheylan, Hacettepe Tüp Fakültesi’ni
birincilikle bitirmiş. Tüp işinde çok başarılı bir hekimdir. Aynı zamanda
kahin. Paul ise bütün tüplülere olacağı gibi gün gelip öleceğini biliyordu
fakat bu kadar yakın olacağını hiç tahmin etmemişti. Sonuçta Paul’da tüple
çalışan bir adamdı. Bu durum normaldi. İlk tüplü adamı üreten doktor, aynı
zamanda kahinlik üzerine yüksek doktora yapmış olan Faruk Düldül’ün üçüncü
nesil öğrencisi olan Tarık Küheylan bu işte uzman biri olduğu için yanılması
söz konusu olamazdı. Yalnız ve yalnız Tarık Beye güvenirdi Paul.
Tüple yaşamak zor bir iştir bilen bilir… Mesela ateşten uzak
durman lazım her an, patlamamak için. Topluluk içinde yaşamak tüpün ömrünü
azaltır, her konuşmasında, her adımında tüpünden tüp eksilirdi. Olsundu Paul
zaten o kadar da sosyal bir tüplü değildi. Belki de tüplülerin en asosyaliydi.
Maltbey Şahoğlu var birde bizim tüplü Paul’un sahibi. Her
tüplünün olduğu gibi Paul’unda bir sahibi vardı elbette. Paul, Tarık Küheylan’dan
aldığı haberi ilk Maltbey ile paylaşmıştı. Çünkü paylaşacağı pekte kimsesi
yoktu. Paul yapıldığı gün onu satın almıştı Maltbey. Sahip efendiden ziyade
baba oğul gibilerdi artık. Hatta Maltbey zamanında Paul’u azad etmiş fakat Paul
gitmeyi tercih etmemişti. Aslında baba oğul gibi de değil de arkadaş, dost gibi
olmuşlardı yıllardır.
‘’Bu gibi tüpük durumlarda normalde olmayan bir istisna söz
konusu. Bu tüp kullanımıyla en azından bir otuz seninizin olması lazımdı ama
kahrolsun ki çok iyi bir kahinim ve 29 Şubat’ta öleceksin Paul. Sakın bir
delilik yapıp kendini çakmakla kontrol etme! Seni seviyorum evlat, seni
seviyorum.’’
Tarık Küheylan bey bu sözlerin arkasında gizli kalmış hatta
oradan çıkamamış hatta ve hatta bu sözlerden sonra hep susmuş bir adam.
Dolayısıyla yeni hastalara da bakamamış. Tarık Küheylan aslında atlar üzerine
uzmanlaşmış, at kökenli bir kahin. Ya da doktor. Ya da her ikisi. Dördüncü
cumhuriyetin ilanından sonra dördüncü meclis Tarık beye Küheylan soyadını
bahşetmiştir. Bununda sebebi savaşta göstermiş olduğu veya göstermemiş olduğu
atlar ile ilgili başarıları.
Düşünceler içinde boğulurken Tarık Küheylan bey içeri birden
Cansu Sinem girip ‘’Paul ölsün!’’ diye bağırdı. Bu durum karşısında hiç
şaşırmayan Tarık Küheylan şaşırmış gibi davrandı. ‘’Neden ama yaa?’’ diye saçma
sapan, aslında hiç vermeyeceği bir tepki verdi. Sonuçta Hem kahin olup hem de
hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranmak Tarık Küheylan için bile zordu.
Cansu Sinem ‘’Irkçıyım ben, ırkçı!’’ dedi ve çıktı.
Maltbey Şahoğlu’nun en çok istediği şey Paul’un bir gün
gitar çaldığını görmekti. Ama mümkansızdı. Paul en dandiğinden elli liralık bir
gitara bile elini süremeden ölecekti.
Günlerde 27 Şubat’tı. Maltbey Şahoğlu eski günleri anarcasına on
ikinci ile otuzuncu yüzyıllar arasına tarihlenen ipodundan Serdar Ortaç’ın
Poşet şarkısını dinliyordu. Bu şarkı onda çok farklı duygular uyandıran bir
dünya klasiğidir. Sadece iki gün kalmıştı. Bunun yarattığı üzüntü Maltbey’i
çürütmeye, bitirmeye, sündürmeye, sındırmaya hatta kandırmaya yetecekti.
Paul evinde ölümüne kırk sekiz saatten daha az bir zaman
kaldığını düşünürken ölüme boyun eğmemeye karar verdi. Bir şey yapmalıydı. Bütün
ölümlülere inat, bütün ölümlere inat bir şey yapmalıydı. Paul yavaşça yemek
masasına yöneldi. Masanın üstüne bir mum yakıp koydu. Tekrar yavaşça yatağına
döndü, uzandı ve ağzını açtı.
Elli dokuz
Elli sekiz
Elli yedi
Elli altı
Elli beş
Elli dört
BOOM!