Pazar günleri bizim evin kahvaltı günüdür. Anneannem, dedem,
annem, babam, kardeşlerim pazar günleri bir araya gelir. Ben sonradan dahil
oldum tabi bu düzene ama kendimi bildim bileli içindeyim. Mis kokulu
kahvaltılar olur bizim evde pazar sabahları. Balkonun kapısını açar hep annem,
öpe koklaya büyüttüğü çiçeklerinden gelir mis koku. Annem ne zaman sebze meyve
yıkasa koşar suyunu kapar ben veririm çiçeklere. Zaten onlarda alıştı artık bu
duruma ne zaman elimde su dolu kapla gelsem ufak bir iç savaş çıkıyor balkonda.
Sonrasında suyu verince hepsi tekrardan kardeş oluveriyor.
Ayakkabı tamircisidir benim dedem. Kocaman adamdır. Öyle
mecaz falan değil hakikaten kocaman adamdır. Sabah dükkana giderken öyle bir
yürür ki mahallede, çöp tenekeleri esas duruşa geçer, etraftaki çer çöp kendini
çöp tenekesine zor atar. Mahallenin kedisi köpeği kervan olur peşinde. Büyük
adamdır dedem. Bütün esnaftan selam almadan gitmez dükkana. On beş dakikalık
yolu yürümesi neredeyse bir saat sürer hasbıhalden. Hele siz dükkana girince
görün ayakta karşılar bütün ayakkabılar dedemi. Önce ben önce ben diye
birbirlerini hırpalarlar. Makinenin başına geçtiği zaman evladı olur bütün
ayakkabılar.
Okuldan çıkar çıkmaz doğruca dedemin dükkanına giderim.
Hemen kapının yanındaki dolapta boy boy fırçalar, türlü türlü cilalar vardır. O
gün işi bitmiş ayakkabıları cilaya koyulurum. Akşama kadar bir tane ayakkabı
bırakmam cilasız. Hepsinin de ayrı kokusu vardır, bayılırım. Yedi dedi mi
kapatır dükkanı dedem. Evin yolunu tutarız beraber. Dükkandan çıkmadan hasılatı
saydırır bana. Matematiğim kuvvetlidir. Gerçi dedemin daha da kuvvetlidir ama
bana saydırır yine. Üç defa sayar dedeme geri veririm. Kaç ayakkabı
cilaladığımı sorar ona göre payıma düşeni verir bana.
Ben eve geldiğimde babam hiç evde olmaz. Gece bekçisidir
benim babam. Aşağı mahalledeki un fabrikasında çalışır. Annem hiç istemese de
babam orda çalışır. Çünkü anneme göre iti var kopuğu var ya babamın başına bir
bela gelirse. Ama olsundur. Babam tehlikeyi sever. Çünkü askerliğini komando olarak
yapmış. Vız gelir ona iti kopuğu, topunun canını okur vallahi.
Cumartesi pazar benim izin günüm. Okul olmadığı gün iş olmaz
der hep dedem. Cumartesi sabah erkenden bir çıkarım evden yatsı ezanına kadar.
Bizim mahallenin çocukları akşam ezanına kadar dururken ben yatsıya kadar
dururum. Çünkü ağabeyler akşam namazından sonra gelirler mahalleye. Onlara
takılırım bende. Hem zaten annem, babam, dedem hepsini tanır. Ağabeylerimle
beraberken kimseciklerden bir zarar gelmez bana. Gerçi annem pek istemiyor
artık. Yani direk söylemiyor ama sigaraya başlarım diye korkuyor.
Pazar günleri bizim mahallede pazar kurulur. Kahvaltıdan
önce balkondan pazarcıları izlerim hep. Bakarım herkes açmış mı bu hafta
tezgahını. Öğlen annemle beraber gideriz pazara. Dünyaları alır yine de durmaz.
Kollarım kopar file taşımaktan. Kaç defa yalvardım bir Pazar arabası alalım,
tıngır mıngır çekeyim onu diye, dinletemedim. Pazar gününün en güzel zamanı
pazardan sonraki dondurmacıdır. Dedemin dükkanının karşısında dondurmacı. Hasan
amca dedemin çocukluk arkadaşıymış. Küçükken yaz aylarında dedem de çalışırmış
o dükkanda. Babası ölünce dükkan Hasan amcaya kalmış.
Okuldan beraber çıkarız hep Seda ile. Dedemin dükkanının
orada oturuyorlar. Evinin kapısına kadar bırakırım. Niye mi ? Çok seviyorum da
ondan. Tabi ona henüz söylemedim bunu. Öyle kız tarafına hemen söylenmez. Önce
içinde yaşaman lazım der bizim ağabeyler. Ben de öyle yapıyorum. Uygun bir
zamanını bulduğum zaman söyleyeceğim Seda’ya ona ne kadar aşık olduğumu ya da
içimde yaşamam bittiği zaman. Ama korktuğum tek bir şey var ya Seda ona
söylediğim zaman ben de sana aşığım demezse ? Ya hemen koşup ağabeyi Serdar
ağabeye yetiştirirse ? Serdar ağabey deve gibi adam. Bana bir tokat vursa
yıldızları saymaktan nefes almayı unuturum. Neyse çok takıyorum bu durumu
kafaya zaten Seda bana aşık olmasa niye yürüsün benimle evine kadar. O da bana
aşık tabii.
Öyle çok olay falan olmaz bizim buralarda ama bu akşam biraz
hareketli. Polis gelmiş mahalleye. Neler olup bittiğini pek bilmiyorum ama
bizim ağabeyleri gördüm. Eğer onlar polisin karşısında duruyorsa ortada ciddi
bir durum var demektir. Ağabeylerim vatanını milletini seven adam gibi
adamlardır. Ortada bir yanlış varsa polisin yanlışıdır diye düşündüm. Annemden
izin istedim gideyim diye göndermedi. Başıma bir hal gelirse ne yaparmış. E haklı tabi duruma bakacak olursak benim
gibi 14’ünü yeni bitirmiş 15’ine henüz basmış bir çocuğu hiçbir anne göndermez,
gönderemez.
Yemek saatine pek bir şey kalmamıştı. Annemden para istedim
gideyim ekmek alayım diye. Olmaz dedi sen gitmeyeceksin bugün dışarıyı görmüyor
musun ? Giderim dedim. Ben giderim. Hem sen hızlı koşamazsın, ben gider alırım
ekmeği dedim. İçi razı değildi ama tamam dedi. Biliyorum çünkü annem bir şeyden
hoşnut olmamışsa yüzündeki ifade hep aynı olur. Çıktım evden koştura koştura
ama bakkala giremedim. Çünkü Ethem ağabeyimi dövmekten öldüreceklerdi.
Donmuştum. Öylece kalmış bakıyordum sadece.
DAN !
Küçük Berkin o andan sonra bir daha hiç konuşamadı, ekmek
almaya gidemedi, Seda’yı göremedi. Sadece uyudu, 269 gün boyunca sadece uyudu.
Ekmek almak için çıktığı evinden bakkala giderken bir polis memuru tarafından
gaz bombası ile vuruldu ve komaya girdi. Bir daha hiç uyanamadı. 11 Mart 2014
sabahı ağabeyleri Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Mustafa
Sarı, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz ve daha nicelerinin yanına giderken
sadece 16 kilo kalmıştı.
Hayatını kaybedenler faili meçhul değil, faili meşhur
kişilerdir. Katil(i)leri halen hiçbir şey olmamış gibi yaşamına devam
etmektedir. Fakat unutulmaması gereken
şudur; bugün yeni yetişen nesil Erdal Eren’i hiç görmedi ama katilinin kim
olduğunu adı gibi biliyor.