Yılın ilk deneme sınavından çıktım, yürüyorum. Çay içesim var, yanında da sigara... Karnım aç mı diye düşünüyorum. Bazen hissetmiyor insan, açlığı bile kafa yorarak anlamak gerekiyor. Çok aç değilim ama önden bi şeyler yesem çay daha lezzetli gelecek gibi... Yolumun üstünde atm var, kartı takıyorum. 70 lira civarı bi para kalmış, maaşın yatmasına da epey var. Para yok yani, nakit çekmeden çıkartıyorum kartı. Simit alayım bi tane diyorum, sonuçta memur kebabı. Kaldırımın üstündeki simit tezgahında bir çocuk duruyor, 10 yaşlarında. Hem ben simit almış olacağım hem o simit satmış olacak, bundan iyisi can sağlığı. "Bi simit verir misin ablacım?" diyorum, eli de hızlı... 10 lira uzatıyorum, para üstünü cebime koyarken hayırlı işler dileyip yürümeye devam ediyorum.
Yoldan karşıya geçip kaldırımdan devam ediyorum. Çocuk
arkamda, koşar adım: "Ablaa! Ablaa!". Afallıyorum. "Abla, sen
bana parayı vermedin galiba..." 10 yaşlarındaki çocuğun sesinde ve yüzünde
değişik duygular var: kararsızlık, yetişmişlik, endişe... Ama ben parayı
verdiğimden eminim. Vücudum çocuğa tam dönük, panik yapmasın, o parayı bulmadan
oradan ayrılmayacağımı hissetsin, rahatlasın istiyorum. Cebimden para üstünü
çıkarıyorum.
"Bak sen bana 10 liranın para üstünü verdin, ben sana
parayı vermesem sen neden bana 10 liranın para üstünü veresin? 10 lira
vereceğimi nerden bilesin? Verdim..."
"Ama ben sen gittikten sonra paralara baktım, 10 lira
yok. Vermedin abla..."
Düşünüyorum, hatırlıyorum...Çocuğa 10 lira verdim, kutu gibi
bir şeyin içine koydu. Para üstü verirken çekmece gibi bir şey açtı, oradaydı
paralar. İçimden, kaç para var acaba bayağı da satmış maşallah, diye
geçiriyorum. Daha fazla kıllandırmamak için bunu çocuğa anlatmıyorum tabii.
Yanımızdan geçenler yavaşlıyor, muhabbete kulak kesiliyor.
Çocuğa para vermemiş miyim, diye ahlak bekçiliğindeler. Kestaneci, milli
piyangocu, makyajlı kız ve sevgilisi... Hepsinin gözü kulağı bulaşıyor,
hissediyorum.
"Başka bi yere koymuş olmayasın parayı?"
"Yok abla parayı koyduğumuz yer belli, baktım hem her
yere."
"Gel tezgaha gidelim beraber bakalım, hem boş
kalmasın."
Hem beraber bakalım hem tezgah boş kalmasın hem de meraklı
gözler daha fazla germesin beni istiyorum. Aynı yoldan bu sefer simit satan
çocukla beraber geçiyoruz.
"Şuraya bak bakalım, belki oradadır..." diyorum,
çocuk dinliyor. 10 lira orada. Çocuğun sesindeki ve yüzündeki duygular
değişiyor: mutluluk, rahatlama, mahçubiyet...
"Oh! Tamam abla burdaymış, kusura bakma..."
"Önemli değil ablacım, hayırlı işler kolay
gelsin."
Yoldan tekrar karşıya geçiyorum. Çocuk tezgahta, kenarı
ısırılmış ve hesabı verilmiş simit elimde. Neden gülümsediğimi bilmeden
yürümeye devam ediyorum.
(Devamı sonra, belki, ne kadar sonra bilmiyorum.)