"J" harfinde kayıtlı kimse yoktu ama alfabenin
sırasını bozmamak için ona da baktı. Bütün harflere tek tek baktı. Sonra
rehbere baştan sona bi daha baktı, 5 dakikadır yaptığı gibi... Bi isimde karar
kıldı, aradı, arama zaman aşımına uğradı. Listenin başına döndü, bi kez daha
isimlere göz gezdirdi. Mehmet. Aradı, Mehmet açtı. Ne yapıyorsun diye sormadı,
bilerek sormadı, işi olduğunu söylerse kapatmak zorunda kalacaktı ve 5 dakika
daha düşünmek istemiyordu. Zaten otobüsten inmesine de az kalmıştı.
Konuştukça ağzından otobüse doğru bira kokusu yayılıyordu.
Tuborg otobüs spreyi arka tekerleğin üstündeki tekli koltukta yolculuk
ediyordu. Son birayı eve varır varmaz uyumak için içmişti ama trafik yoğun
olunca otobüsten inene kadar ayılmaya başlamıştı.
Mehmet telefonu kapatmasın diye konudan konuya hızla
geçiyordu. Ertan'la konuşmuştu dün, onu anlatıyordu.
"Sevgilisinin doğum günüymüş bugün. Geçen beni aradı
bu, doğum günü hediyesi alacakmış da, köpek almayı düşünüyorum nasıl fikir
sence dedi. hahahah. Dedim oğlum kız zaten bi hayvana bakıyor, ikincisini de
çıkarma başına. hahaha. Haklısın abi dedi güldü o da. İyi demişim di mi lan,
hahahaha. Dedi ikisi kutlayacakmış, romantik filan bi şeyler düşünmüş. Aramadım
ben de rahatsız etmeyeyim diye. Şimdi bunlar iki kişiler ya, pasta keserler mi
lan?"
Mehmet, Ertan'ın hayatında biri olduğunu yeni öğrenmişti,
yarın yine unutacaktı.
"Soda yok mu soda! Sade soda! Abi alıyosun onu... içine
bi limon sıkıyosun... bi de gripin atıyosun.. tak! Tabi yaa! E ben geçen gün de
dedim sana, dinlemiyosun ki beni oğlum."
Evde 8 tane gripin vardı. 5 maden suyu, sade. Alkol alınan
her sabahın sonunda filedeki limonlardan birini sıkıyordu, tak! Hem
uyuyabiliyordu, geç de olsa, hem de sabah yapacağı ilk iş belli oluyordu.
"Hızlı ve Öfkeli'ye mi gitmiş, yuh! Ulan adam evlendi
üç tane çocuğu var kendi hızına bakmıyo da sinemaya mı gidiyo bi de dingil
hahaha."
Otobüsten indi, telefonla konuşmaya devam ederek...
Apartmanı durağa çok yakındı, dış kapısı da apartman kapısına. Bir ara
giderlerde sorun yaşamıştı ama memnundu şimdi giriş katında oturmaktan. Kapıyı
açıp girdi, en son gittiği filmi anlatırken. Koridor ışığı yanıyordu, evden
çıkarken açık bırakıyordu yaklaşık bir haftadır.
Tek eliyle kot pantolonunu çıkarıp eşofmanını giydi.
Kulağında telefon olduğu için üstündeki tişörtle yatacaktı, çok da önemli
değildi.
Uyumadan önce söylenen son cümleyle uyku arasında geçen süre
yalnızlıkla doğru orantılıydı onun için. Bunu fark ettikten sonra takıntılarına
bir yenisini eklemekte zorluk çekmemişti. Bazı geceler yoktan yere büfeye
gidiyor, bir sigara alıyor, büfedeki adama "Hayırlı işler" dedikten
sonra eve koşarak dönüp sigara paketini açmadan yatağa giriyordu. Pazar günleri
büfe erkenden kapandığı için otobüse geç vakitte biniyordu ve o geceler
büfeciyi şöför oynuyordu.
Mehmet bi şey anlatıyordu ama cümleleri tam oturtamıyordu
kafasında. Göz kapaklarının kapalı kalma süresi her cümleyle biraz daha
uzuyordu. Artık uyuyabileceğini hissetmişti ve kapanış cümlelerine geçti.
Mehmet daha uyumayacaktı ama o da telefonu kapatacaktı. Çok da bilinçli
kurmadığı o son cümleyi sabah mutfağa gittiğinde hatırlamak zorunda kalacaktı.
"Mehmet... inşallah filede limon kalmıştır abi. İyi
geceler."