Gece saat üçü bulmuştu sanıyorum.
Odamın balkonuna çıktım.
Manzarası karşı apartman olan bi balkona, alt mahalleden
sesler geliyordu umursamadım.
Yan binanın çamaşır teline konmuş olan kör kargayla
konuşmaya başladım.
Hava açıktı, mermerler soğuk.
Ağlamaktan yorulmuş gözlerimi temiz olmayan hava biraz dinginleşmişti
sadece.
Her şeyden haberim vardı aslında, öyle sanıyordum ben.
İnsanı korkularına hükmedemediğini görmek kadar acı veren
başka bir şey sayılıdır diye söylendim kargaya.
Bu saatten sonra beni kimse dinlemezdi çünkü.
Evet sigaramda dinlemezdi bayım, çünkü kullanmıyorum.
Biz bu kadar acıyı çekerken aynı şekilde canı olmayan bir
varlığında benzer sessizlikte yanması kanıma dokunuyordu.
Sol gözüm feryat etti önce yanağıma sonra mermere dayalı
koluma düştü gözyaşım.
Affetmedim dedim kargaya.
Beni anladığını biliyordum sanki, kördü ama anlıyor gibi
bakıyordu bana yahut ben karanlıktayken astigmat numaram büyüyordu.
Hayır dedim onu da haklı buluyorum belki ama bu durumda
gitmesi adil değil diye geçirdim içimden.
Hafif bir rüzgar esti, çiçeklerin yaprakları birbirine
dokununca hoş bir tını çıktı sanki. Kapıyı kontrol ettim, halen açıktı.
Uyanık kalmamın bi anlamı yok gördüğün gibi 'aylak adam'
dedim otogardan gelen elbet giderdi çünkü..
Kargayı yokladım. Kanat çırpışını duymama izin vermeden
gitmişti oda. Haklısın dedim kargaya, o duymasa da belki arkadaşları duyar diye
"dikkat et kendine" dedim.
İçeri girip masama oturdum. Kitaplığa saatlerce baktım
durdum. Sonu olmayan tüm romanları yığdım önüme ve sonlarını olmasını
istemediklerimi.
Şal desenli bir defter geçti elime, açmaya çekindim biraz,
geçmişle gelecek arasına sıkışmış bi defter olarak elimde kalmıştı çünkü. Çöp
kutusu biraz uzaktaydı kendimle iddiaya girdim. Eğer basket atarsam ben,
atamazsam yine ben kaybedecektim. Sonu belli hikayemin kazananı da kaybedeni de
bendim nasılsa. Sonra vazgeçtim benim el yazımı olmadığı tek sayfayı yırtıp
attım.