Selen ve Alper Devrim Yolunda



dizinde çocuk olduklarımıza…

S:  İngili mingili kokiki kokiki kokiki
Yes mi No mu nomini nomini nomini
Yes mi No mu?
A: No!
S: Pi – nok – yo

A: Taam şimdi sıra bende!
İngili mingili kokiki kokiki kokiki
Yes mi No mu nomini nomini nomini
Yes mi No mu?

İki koltuk arasındaki boşluktan, sayıştıkça birbirine çıp çıp vuran 7-8 yaş ellerini izlerken sıkılmadan kaç dakika daha bu şekilde devam edebilirler ki diye düşündüm. Düşünmez olaydım! Sıkılmıyorlardı, sıkılmazlardı biliyorum.

Anne1: Selen, tatlım yavaş oynayın, insanları rahatsız etmeyin.

Selen ve kuzeni Alper önümdeki iki kişilik koltuktaydılar. Selenin annesi ve hala-teyze-yenge derecesindeki bir akrabası, aynı zamanda saçları mahalle berberinde kesilmemiş Alper’in annesi olan kadın da koridorun diğer tarafındaki ikili koltukta oturuyorlardı.
Beynimin sağ ve sol lobundan bağımsız çalışan fakir lob hemen “hımm 4 koltuk, 4x17” hesabı yaptı ve sonuç “ooo çok para” çıktı.

Çocukluğumu düşündüm, çocukluğumun otobüs yolculuklarını… Kocaeli-Zonguldak arası iki koltukta annem, babam, ablam, ben. Uykunun en derin yerinde “Şşş, geldiğimizde uyuyo olursan seni bırakır ineriz.” diyen babam. İnsan eti uyurken daha ağırsa demek ki….
Selen ve Alper! Çocuklarınıza bu ismi koyarsanız kucağınıza oturtamazsınız efendiler!

S: ….. nomini nomini nomini
Yes mi No mu?
(Ses şiddetinde asla değişme yok.)
A: Yes!
S: K-ra-lın  ka-fa-sı-nı  kes!

“Kralın kafasını kes!” derken Selenin yüzündeki ifadeyi görünce saniyeler önce düşündüklerimden utandım. İki küçük burjuva sandığım Selen ve Alper, onlara sunulan hayatın saçmalığına daha şuncacıkken varmış, devrim hazırlıklarına girişmişlerdi bile.

Anne2: Alper! Alper! Ses yapmaya devam ederseniz dönüşte ayrı ayrı oturacaksınız!

Küçücük yaştayken kendine has koltukta oturmanın zararları… Mesela bizi hiç böyle tehdit etmemişlerdi. Ama yılmıyordu Alper, o da kısmıyordu sesini.

A: K-ra-lın  ka-fa-sı-nı   kes!

Birbirine gaz verip coştukça coşmuşlardı. Sayışmaca değişti.

A: Han-gi  ül-ke-ye  gi-di-yor-sun?
S: Yalova
A: O-ra-da  ki-min  var?
S: Dedem

İşin rengi yavaştan belli olmaya başlamıştı. Yalova’yı merkez alacakları, kafalarında ülke olarak bellemişlerdi bile. Dedesi yancıları mıydı, yoksa kafası kesilecek kral mıydı onu tam çözememiştim. Yaptıkları planla iyice keyiflenen Selen ve Alper oyun oynamaya başladılar.

S-A: Taş! Kağıt! Makas!

Evet, evet… Bu sıradan bir oyun değildi, devrimin nasıl gerçekleşeceğine karar vermeye çalışıyorlardı.
Durumdan iyice rahatsız olmaya başlamıştım. Her şeye şahit oluyordum, istemsizce. Bir şey olsa bu iki velet her türlü paçalarını kurtarırdı. Kim inanırdı Selen ve Alper’in devrim yapacağına? Benimse devrimde, siyasette gözüm olmamıştı hiç. O yaşta ayrı koltuk sahibi olduk da biz mi devrim yapmadık?

Ben o yaşlardayken annemin hamile olduğunu öğrenmiş, kardeşim doğduktan sonra otobüste nasıl oturacağımızın planını yapmıştım. “Babam kucağına kardeşimi alır, e ben de başka bi koltukta otururum mecbur. Keh keh keh” düşüncesine kapılmış hayalperest, saf bir çocuktum. Böyle bir çocuk ne kadar büyüse de iki ayrı koltukta oturan Selen ve Alper’i anlayamazdı. 35 dakikadır dinlediği sayışmacalara ve ellerin çıp çıp sesine daha fazla da katlanamazdı.

Otobüsten inmesi gereken biri varsa o da bendim. İndim.