Bıyıklarının uçlarını her zamanki gibi kıvırdı, yukarı
doğru. Ellerini hafif ıslattı, uzun, sarı, düz saçlarında gezdirdi. Kıpkırmızı
mavi gözlerini gördü aynada. "O kan" dedi hafif fısıldayarak, aynaya
doğru. Gözlerindeki kanlara. Bakındı etrafına bomboştu barın pis tuvaleti. Aldı
aynayı karşısına; anlatmaya başladı kırmızı taraflarına gözlerinin. Kendisine.
O kan'a. "İlk cinayetimi henüz 8 saatlikken işledim. Annemi öldürdüm. En
kolay cinayetim de buydu her halde. Annemden sonra hiç bedenimi kullanmadım
cinayetlerimde. Tabii babamı hariç tutarsak. Onu da özel bi şekilde
öldürmeliydim. Bir bıçak veya silahla öldürülmeyecek kadar saygı duyduğum bir
insandı. Babamdı sonuçta. Ölürken de öyle güzeldi ki gözleri. Hakkını veriyordu
öldürülmesinin. Mavisi öyle güzel soluy....." Bir tıkırdı duydu sonra.
Kesti hemen cümlesini. Açıldı tuvaletin kapısı. Mengene'ydi gelen. Barın
sahibi, garsonu, barmeni, filozofu. Tüm haklarının sahibi.
-Karga, kapatıyoruz artık. Saat 05.00 oldu. Benim de bi'
hayatım var dostum. Çıkmayı düşünmüyor musun? Hatun da gitti zaten sen
dönmüyorsun diye. -Siktirsin gitsin. Tamam çıkıyorum Mengene haklısın dostum.
Her şeyi gören Karga.
Hiçbir dine mensup olmadığı gibi hiçbir ırka da ait değildi
Karga. Hiçbir anayasayı da kabul etmiyordu haliyle. Vicdanı yargılayabilirdi
onun bir tek. Sadece iki gerçeği vardı; kötü ve “daha” kötü. Sol omzunda
bulunan sadece siyah rengin kullanıldığı “Ying-Yang” dövmesi bunu simgeliyordu.
Beyaz olması gereken yerde bi’ ton daha koyu siyah vardı. Kötünün kötüsü Karga.
Bardağın ne dolu ne de boş tarafıyla ilgileniyordu, zerre umurunda değildi
bardak.